Öyle böyle bir nefret değil... Mutlaka “patolojik hal”le ilişkilendirilecek/ilişkilendirilmesi gereken, yanında “düşmanlığın” bile hafif kalacağı, ölçüsüz, mikyassız, derecesiz, orantısız bir nefret.
Kaç yıldır “siyaset gündemini” takip ediyorum; böylesini görmedim.
Kimden söz ettiğimi iyi kötü tahmin edebiliyorsunuzdur.
İktisat profesörü olarak nam yapmış, “ikinci cumhuriyet fikriyatının babası” olarak düşünce dünyasında yer edinmiş ünlü bir akademisyenden, “hevesli” bir gazeteciden söz ediyorum.
Bir dönem birlikte çalıştık.
Bir dönem (kısa bir dönem) yayın yönetmenliğini yaptığım gazetenin başyazarlığını yürüttü
İyi bir çalışma dönem geçirdiğimizi söyleyemem.
Sözüne güvenilen, aklına itimat edilen, ne söyleyecek diye ağzına bakılan bir isimdi... Saygındı. Söz aldığında bilirdik ki, söyleyeceği şeyler mutlaka ufkumuzu açacak, gerçeğin farklı bir yüzünü gösterecek, bizi “düşüncelerden düşüncelere” sürükleyecektir.
Öyle biliyordum, öyle tanıyordum.
Burada zikretmemin uygun kaçmayacağı bazı tavırları (bitmek bilmez talepleri ve kaprisleri), bendeki imajını yerle bir etti.
Sonra yollarımız ayrıldı.
Sonrasında olanları biliyorsunuz...
Saygın iktisat profesörü olarak biriktirdiklerini, bir cemaat trolü olarak harcadı. Bir zamanlar aklına itimat edilen ve ne söyleyecek diye ağzına bakılan Profesör, birden savunduklarıyla ters düşen münkir bir militana dönüştü... “Erdoğan’la yapacağınız dar çerçeveli barış size bir şey kazandırmayacak” diye terör örgütü PKK’ya akıl vermeler, “İç savaşın kanlı cehenneminden geçmeden kurtuluşun mümkün olmayacağını” söylemeler, bir “casusluk örgütü” gibi çalışan paralel yapıya kol kanat germeler... Ve elbette nefret!