Bayram sabahı uygun bulmayabilirsiniz böyle bir yazıyı ama arkadaşlarımız “özel gün”, “dinî gün”, “millî gün” (ya da meşreplerine göre) “ulusal gün” tanımıyor. (Bu arada bayramınız kutlu olsun.)
Kendisine “gazeteci” süsü veren bir “mutemet”in (!) Avrupa cevelanından söz emek istiyorum.
Kim bu mutemet?
Elbette Can Dündar... Kim
olabilir ki.
Son iki haftadır Avrupa turundaymış.
Beş ülkede yedi kente gitmiş.
Diyor ki, “Tutukluluğumuz ve davamız süresinde gazetemizle dayanışma gösteren, ilgilenen, destekleyen gazetecilere, meslek kuruluşlarına, yetkililere teşekkür edip Türkiye’de medyanın, tutuklu meslektaşlarımızın, hukukun, demokrasinin son durumunu anlattım. Sırasıyla Brüksel, Berlin, Essen, Strasbourg, Paris, Londra ve Ischia’da gazetecilerle buluştum, yetkililerle konuştum.” (Gittiği bazı kentlerin ismini yanlış yazmış, sevabına ben düzelttim.)
Siz bu satırları, “Gittiğim yerlerde Türkiye’yi şikâyet ettim, duruma el koymalarını istedim” şeklinde okuyun.
Çünkü daha önce Merkel’e yazdığı mektupta, duruma el koymasını, yani Türkiye’ye “avantaj” sağlayacak bazı anaşlamalardan vazgeçmesini istemişti.
Bir de ricada bulunmuştu: “Sayın Merkel, ikide bir Türkiye’ye gelip bunların elini güçlendirmeyin. Madem geliyorsunuz, arada sıra da bizlerle de görüşün.”
Dündar’ın “bunlar” diye kodladığı kişiler, bu ülkenin seçimle gelmiş Cumhurbaşkanı ve Başbakanı. Bu arkadaş, gazeteci olduğunu iddia ediyor. “Casus” dediklerinde de bozuluyor.
Devam edelim...
Gittiği yerlerde, büyük bir ilgiyle karşılaşmış... Demek istiyor ki, “Bir kahraman gibi ağırladılar.”
Burukluğunu da gizleyemiyor tabii...
Mektuplarını “yanıtsız” bırakan Merkel’e, açık desteğini göremediği Hollande’a, ülkesini Avrupa Birliği’nden ayırmak için referanduma giden Cameron’a kırgın.
Nasıl ki Türkiye Erdoğan’dan ibaret değilse, koskoca Avrupa da bu üç liderden ibaret değilmiş. Çünkü “Avrupa” dediğimiz şey, büyük bir “insanlık ailesi”ymiş...