Mütemadiyen “Mayıs ayında Başbakan değişmeseydi kredi notumuz düşürülmezdi... Mayıs ayında Başbakan değişmeseydi döviz yükselmezdi, Mayıs ayında Başbakan değişmeseydi darbe olmazdı” gibilerden yazılar yazan bir gazeteci var.
Bir süre “üst akıl” kavramıyla dalga geçti ve bu kavramsallaştırmayı “geriliğimizin”, “siyaseten gelişmemişliğimizin” işareti saydı.
Bereketli bir konuydu da “üst akıl...”
Öyle çirkin, öyle tahammülfersa yazılar yazdı ki...
Bir “durum”u anlamaktan/anlamlandırmaktan çok, çürütmeciliği hedef edinmişti.
Çürütmek ve itibarsızlaştırmak...
Bunu, ahlaki üstünlüğe dönüştürmek...
Mahut “üst akıl” kavramsallaştırmasıyla ilgili düşüncelerimi daha önce iki kez yazmıştım. Sırtında yumurta küfesi bulunan siyasetçilerin, zaman zaman (muhtemelen) bir “tedbir” olarak imalarla, telmihlerle, birtakım kodlarla konuştuğunu ve diplomatik bir lisanı seçtiğini dile getirmiştim.
Hadi üçüncü baskı olsun:
Cumhurbaşkanı Erdoğan, kimi durumlarda, kodlarla konuşma gereği duyuyor.
İyi mi, kötü mü, ayrı...
Rahmetli Özal da böyle yapardı.
Siyaseten sıkıştığını hissettiği durumlarda kodlarla konuşmayı tercih ederdi, “güç odakları” filan derdi...
Bence problemi (burada bir problem varsa), üst akıl kavramında değil, “üst akıl diye bir şey yoktur” kabulünü, özellikle Erdoğan’ı itibarsızlaştırmak için kullananlarda aramak gerekir. Çünkü Mayıs ayından beri devam eden bu tartışma, “üst akıl” kavramının kendisinden çok, bu kavramı ya da kavramlaştırmayı kullanan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı çürütme (çürütme ve söylemlerinin altını boşaltma) amacı güdüyor.