Ne zaman Diyarbakır’dan ses verecek diye bekliyordum... Bilmem hangi kitabının girişini Paris’te, Hemingway’ın takıldığı kahvede yazmış. Geçenlerde onu anlatıyordu; romantik ve sızlanmalı bir dille... Hemen her satıra sinmiş “Bakın nasıl da Avrupalıyım ben, nasıl da Paris’lerde fink atıyorum” böbürlenmesi...
Paris’ten döndü.
Bir-iki Erdoğan yazısı yazdı... Daha doğrusu, her gün kaleme aldığı Erdoğan yazılarına yenilerini ekledi... Bir süre memlekette eğleşti... Eş-dostla yarenlik etti... Sonra kalkıp Diyarbakır’a, Tahir Elçi’nin öldürüldüğü Sur ilçesine gitti...
Ben de bunu bekliyordum işte...
Hani, olmayan Rojava’ya gitmiş, olmayan Rojava devrimini izlemiş, olmayan diyalogları “gerçekmiş” gibi yansıtmıştı ya... Rojava’da herkes Erdoğan’dan nefret ediyormuş. 10 yaşındaki çocuk bile Erdoğan’a diş biliyormuş. Utanmadan bunları yazdı. Ama öldürülen muhalifleri, yakılan okulları, işkence gören öğretmenleri, kundaklanan evleri, KDP bölgesine sürülen 250 bin Kürdü görmedi...
Salih Müslim taraftarları (yani PYD) devrim yapmış.
Onu gördü, onu yazdı...
Fakat ilginçtir, devrim yapıp bağımsız kantonluklar kuran YPG’nin tercihleriyle ilgili en ufak bir serzenişte bulunmadı, “Siz Marksist-Stalinist bir örgütsünüz yahu, emperyalist Amerika’yla iş tutmak da ne oluyor?” demedi.