Mürüvvetini gördük. Nihayet gördük. 45 yıl sonra Hasan Cemal’i, Adliye kapısında bekleşen gazetecilere “kahramanca sırıtırken” gördük.
Dün, Çağlayan Adliyesi’ne, ifade vermeye gitmiş...
Rutin bir ifade işlemi... Herkesin, hepimizin başında olan bir iş...
Hakkınızda açılmış bir soruşturma varsa, savcılıktan “tarafınıza” çağrı yapılır. Filanca gün, filanca saatte “teşrifiniz” istenir... Gitmediğinizde çağrı tekrarlanır. İkinci kez icabet etmezseniz (ve de mazeret bildirmezseniz), bu kez polis zoruyla Adliye’ye götürüleceğiniz söylenir.
Siz de icabet edersiniz. Genellikle böyle olur.
Gidersiniz savcılığa, ifadenizi ikmal eder, normal hayatınıza dönersiniz.
Hakkınızdaki soruşturma davaya dönüşürse, bu kez mahkeme süreci başlar. Belirtilen gün ve saatte duruşmada bulunmanız istenir. Duruşmaya gider, savunmanızı yapar, sonra tekrar normal hayatınıza dönersiniz.
Mahkemeden umumiyetle “hürriyeti bağlayıcı” kararlar çıkmaz. Mahkûm olsanız bile, cezaevine tıkılmazsınız. Çok çok, para cezasına çarptırılırsınız. “Hürriyeti bağlayıcı” bir karar çıkması durumunda ise “hakkınızdaki hükmün açıklanması 5 yıllığına” ertelenir. 5 yıl içinde ikinci bir suç işlememeniz gerekir.
Nerden mi biliyorum?
Başımdan geçti de, oradan biliyorum.
Daha önce de yazmıştım. Hakkımda 100’ü aşkın “suç duyurusu”nda bulunuldu. Bunların 30 küsuru “ceza davası”na dönüştü. Yıllarca o Adliye senin, bu Adiye benim dolaşıp durdum. Bir şey olmadı. Daha doğrusu, bir şey çıkmadı. Rahşan Affı’nın da bunda katkısı var, hemen hatırlatayım...