Bir itiraf: Klişelerden hoşlanmıyorum. Klişelerin anlatım
kolaylığına sığınan insanları “insanlık dışı” varlıklarmış gibi
görüyorum... “Bize karşı bir algı operasyonu yürütülüyor” cümlesini
duyduğumda, mesela, cinlerim tepeme üşüşüyor... “HDP oyları yüzde
11 bandında” dendiğinde hafakanlar geçiriyorum. (İlle “bandında”
diyeceksen, bunu hiç değilse yuvarlak rakamlar için kullan. “Yüzde
10 bandında” gibi...) “Level atlamak” sözünden (artık)
tiksiniyorum. “Farkındalık yaratan” sanatçıları tahammülfersa
buluyorum ve ağızlarına (klişe ifadesiyle) kürekle vur-
mak istiyorum.
Hoşlanmadığım klişelerden biri de, “dini siyasete alet etmek...”
Bitti sanıyordum.
Bitmemiş. (Bitsin artık.)
Evet, bu lafı duyduğumda da fenalık geçiriyorum ve (yine klişe ifadesiyle) tarım ilacı içmek istiyorum.
Madem bitmeyecek, tartışalım o halde:
Bir insan ne yaptığında dini siyasete alet etmiş olur?
Dindar kimliğiyle bilinen, bu “kimliğini” açık etmiş ve bu kimlik etrafında siyaset inşa eden bir insan (daha doğrusu bir siyasetçi), kamuoyu önüne “bilinen” özellikleriyle çıktığında, biz ona “Sen dini siyasete alet ediyorsun” mu demeliyiz?
Bu cümleden olarak, neredeyse “Ben dindarım” diye bağıran, İmam Hatip bitirmiş, gittiği taziye mekânlarında “Kur’an” okuyan ve sürekli toplu iftar programlarında boy gösteren Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı da aynı cürümle mi itham etmeliyiz?