Şimdi de, Erol Evgin diye bir meselemiz oldu... Buna, “Erol Evgin, kendisini mesele haline getirdi” de diyebiliriz.
Hemen olacakları söyleyeyim: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, isim vermeden yüklenmesi, sanatçıyı bir süre “ilgi”nin merkezinde tutacak.
Birileri de sembolleştirmeye çalışacak.
Niye?
Erdoğan’ın eleştirilerine maruz kaldı da, ondan.
Herkes her türlü sözü söyleyebiliyor, her türlü küfrü edebiliyor, her türlü tacizde bulunabiliyor, her türlü saygısızlığı yapabiliyor... Mezarlara işeniyor, sülaleye dümdüz gidiliyor, “Menderes’in akıbeti” hatırlatılıyor, canlı yayında urgan sallandırılıyor, bir şey olmuyor. Cumhurbaşkanı cevap vermeye yeltenince de kıyamet kopuyor: “Fikir sahibi insanları biçemezsin, giyotinle doğrayamazsın. Diktatör, faşist, Yezit, katil...”
Erol Evgin’imiz, sonradan ünlü bir tarihçi olduğunu öğrendiğimiz Aysun Kayacı’yı taklit ederek, “hiç profesörün oyuyla dağdaki çobanın oyu bir olabilir mi?” buyurmuştu.
Ülkenin içinde bulunduğu şu durumu da (ülke nasıl bir durum içindeymiş, Erol Evgin detay vermediği için bilemiyoruz), “daha iyisi bulunamadığı için mecburen katlandığımız” demokrasiye, demokrasilerdeki seçim sistemine bağlamıştı. Çünkü niteliksiz seçmen çoğunluğunun bulunduğu bir ülkede yaşıyormuşuz. Bunlara (bu niteliksizlere) sadece “muhtar seçme hakkı” verilmeliymiş. Eğitimli, kentli, üç dil bilen, hatırı sayılır bir gelir düzeyine sahip “batıcı, çağdaşlaşmacı ilerlemeciler” de Meclis üyelerini, dolayısı hükümeti belirlemeliymiş.
Erol Evgin “müntehib-i sani” diye bir şey duydu mu?
Duymadıysa, ayıplarım kendisini.