Merakımı mucip olmuştur: “Kendilerine solcu süsü vermiş bir dergiden toplaşan elemanlar, provokatif ve kışkırtıcı yayınlarına rağmen niçin yasal takibata uğramazlar?” diye...
Konu hakkında defalarca
yazdım.
Neredeyse “darbe iması”nı bile “Ergenekon” torbasına atıp çok ağır iddianameler hazırlayan FETÖ savcıları bu yazıları es geçti.
Kudretli savcı Zekeriya Öz, aldığı onlarca ihbar mektubuna rağmen (muhbirlerin beyanı internet mecralarında mevcuttur) bu dergiyi korudu, soruşturma açma gereği duymadı.
Derginin ismini hatırlatayım hemen: “Türk Solu...”
Ne diyordu bu dergi? “Kürt mutfağından yemeyin, kebap lahmacun tüketmeyin, Kürt bakkaldan alışveriş yapmayın, Kürt müziğini dinlemeyin.”
Bu sözler bir soruşturmaya konu edilmedi.
Edildiyse de, bir sonuç alınmadı.
Çünkü dergi “yargı erki” tarafından korunuyordu. Daha doğrusu, korunuyormuş... Bunu bugün anlıyoruz.
Ergenekon soruşturması çerçevesinde gözaltına alınıp aylarca hapiste tutulan eski İstanbul Üniversitesi rektörü Kemal Alemdaroğlu, rektörler yürüyüşünde açılan bir pankart nedeniyle tutuklandığını ve sanık yapıldığını anlatmıştı.
Pankartı hatırlayalım: “Ordu göreve...”
Başta Kemal Alemdaroğlu olmak üzere, bu pankartın altında ve civarında boy gösteren ne kadar rektör, dekan, öğretim üyesi varsa tutuklandı, aylarca, hatta yıllarca Silivri Cezaevi’nde tutuldu.
Pankart, yürüyüşçü rektörlere ait değildi oysa. O yürüyüşe sızmış sivil bir gurup tarafından açılmıştı. Yani, kendilerine “solcu” süsü veren bir grup “Türk Solu” dergisi mensubu, rektörlerin nümayişine sızmış, “destek” sadedinde o pankartı açmış ve objektiflerin fotoğraf almasını sağlamıştı.
Zaten bütün mesele, o “fotoğrafı” elde etmekti.
Fotoğraf basına düşer düşmez, Ergenekon soruşturması yön değiştirdi ve akademisyenlere uzandı.
Derken, bir soru atıldı ortaya: