Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cumhuriyet gazetesi genel yayın yönetmeni Can Dündar’dan bahisle, “Bedelini ağır ödeyecek, öyle bırakmam onu” demişti.
Matbuatının “delikanlı” ve “yiğit” sesi Can Dündar’dan cevap geldi: “Bu suçu işleyen kişi bedelini ağır ödeyecek. Öyle bırakmayız onu...”
Soru şu:
Bu özgüven nerden geliyor?
Netameli dönemlerde ortalarda görünmemeyi tercih eden ve görünmeyen, “korkak ve pısırık gazeteciler” sıralamasında başı çeken Can Dündar, seçimle gelmiş Cumhurbaşkanı’na aynı sözcüklerle mukabelede bulunma ve meydan okuma cesaretini nerden alıyor, kimden alıyor? Yeni “paralelci” müttefiklerinden mi?
Buyurmuş ki muhterem (mealen), “Biz gazeteciyiz, devlet memuru değiliz. Görevimiz, haksızlıkların üzerine gitmek, devletin pisliklerini ortaya sermek...”
Siz gazeteci filan değilsiniz.
Hiçbir zaman haksızlıkların üzerine gitmediniz.
Karartma uygulamak dışında, hiçbir zaman devletin pisliklerini ortaya sermediniz. (Susurluk’ta yaptığınız, mevzun bir karartmaydı. Devlet içinde yuvalanmış bir “çete”nin tasfiyesine yardımcı olduğunuzu söylüyordunuz ama asıl maksadınız “makbul çete”ye alan açmaktı. Bu çete, 28 Şubat ve e-muhtıra olarak geri dönecektir.)
Delikanlısınız, müddeisiniz, cüret sahibisiniz, filan da...
Bu cüretinizi, niyeyse, darbe dönemlerinde göremedik. 28 Şubat’ta göremedik. E-muhtıra sürecinde göremedik... 367 rezaletinde göremedik. Parti kapatma davalarında göremedik.