Kurtuluş Tayiz çok güzel özetlemiş: “PKK, Türkiye’yi kanlı bir iç savaşa sürüklemeye çalıştı ama kendisine verilen bu görevi başaramadığı için şimdi yeniden ateşkes talep ediyor. Bu ateşkes talebinde Brüksel’in PKK üzerindeki etkisini de gözardı etmemek lazım.”
Brüksel, “derhal ve koşulsuz ateşkes” diyordu, öyle ya.
Kimi AB ve ABD yetkilileri de “ateşkesin sağlandığı (eski) koşullara” dönülmesi gerektiğini öğütlüyordu.
Demirtaş da yelkenleri indirmiş, “Diyaloğa açığız. Her şeyi konuşabiliriz. Yeter ki masaya oturalım” diye “anlayışlı” açıklamalar yapıyordu.
Demirtaş’a şunu sormak lazım:
Her şeyi konuşabilirdiniz, diyaloğa açıktınız da, 7 Haziran sonrasındaki afranız tafranız neydi öyle?
Dolmabahçe’de hasbelkader kurulmuş “masa”yı devirip kaçmanız yetmiyormuş gibi (“Bu mutabakat Kürtlerin aleyhinedir, çözüm süreci bitmiştir” diye üst perdeden atıp tutuyordunuz), silah bırakma kongresini “Öcalan’ın salıverilme şartına” bağladınız.
Durmadınız... Kandil’den gelen “HDP kendi kendine gelin güvey oluyor” fırçası üzerine “Bu AKP’yle konuşabilecek bir şey kalmamıştır” fetvası verdiniz.
Durmadınız... Devrimci halk savaşını başlattınız.
Durmadınız... “Kobani” üzerinden iç savaş provaları yaptınız...