Kendilerini “İslamcı” diye tanımlayan arkadaşlardan hassaten rica ediyorum:
Muhbir Mümtaz’er’in ve ihaleci mütefekkir Ali Bulaç’ın iğvasına kapılıp “İslamcılık” tartışmasına girmeyin... Savunma pozisyonuna geçmeyin... “Ben Ali Bulaç gibi, kendisine ajanlık teklif edilen İslamcılardan olmadım” şeklinde cümleler kurarak bir algının oluşmasına hizmet etmeyin... Kısacası, paralel oltaya gelmeyin. (Profesör Mümtaz’er Türköne, bu satırların yazarı hakkında iki adet ihbar yazısı yazmıştı, “Savcılar Ahmet Kekeç’i niçin tutuklamıyor?” diyerek... Eskiden, “Devlet için kurşun atan da, kurşun yiyen de kutsaldır” şeklinde laflar üretirdi. Yani cinayetleri kutsardı. Yani tetikçiliği meşrulaştırırdı. Okudu, aydınlandı, profesör oldu, sayın muhbir vatandaşlığa yükseldi. Tıynetinin icabını yerine getirdi.)
Bu iki mümtaz kişinin amacı, “İslamcılık” meselesine katkı sunmak değil; bu kavram üzerinden AK Parti siyasetine vurmak ve nefret ettikleri Erdoğan’ı daha da zor duruma düşürmek.
Bu iki mümtaz kişinin neredeyse kuralı, kutsalı, istikameti kalmadı.
Pervasızca her şeyi kullanıyorlar.
Her açığın üzerine balıklama atlıyorlar
Her fitne ihtimalini değerlendiriyorlar...
İslamcılık konusunda tartışma yapmaya çok meraklılarsa, bu işe Pensilvanya’nın “nevi şahsına münhasır İslamcılığından” başlasınlar.
İslamcılık düşüncesinin (Müslümanlık iddiasının) nerede tefessüh ettiğine baksınlar. Ortaya saçılan pisliklerle ilgili iki çift laf etsinler... Mesela, “Müslüman, onun bunun mahremine girer mi? Kasetle şantaj yapar mı? Soru çalar mı? Ülkesine ihanet eder mi? İsrail’in çıkarlarını Türkiye’nin çıkarları üzerinde tutar mı? Bu ne biçim İslamcılık, bu ne biçim Müslümanlık!” desinler...