Hatırlar mısınız, bilmem? DEAŞ’ın gerçekleştirdiği meşum ve menfur Ankara katliamından sonra ülkemizi ziyaret eden Merkel taziyelerini “vicahen” sunmuş, yalandan da olsa teröre karşı savaşta Türkiye’nin yanında olduklarını söylemişti
Esasında “de” bağlacını kullanmalıydım. “Merkel de...” demeliydim...
Daha önce başkaları (başka liderler) aramıştı çünkü. Hollande’ından Obama’sına, birçok isim... Cumhurbaşkanı Erdoğan’la dönemin Başbakanı Davutoğlu’nu arayıp taziyelerini sunmuşlardı.
Hayır, Demirtaş’ı aramak kimsenin aklına gelmemişti.
Böyle bir usül yoktu.
Saldırı (hangi siyasal inanıştan insanlar zarar görmüş olursa olsun), doğrudan Türkiye’ye ve Türkiye’nin istikrarına yönelikti. Taziye için muhatap da, doğrudan (ve doğal olarak) Erdoğan’la Davutoğlu’ydu.
Nitekim öyle oldu.
Saldırıda hayatını kaybedenler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vatandaşları olduğu için, dünya liderleri doğrudan (ve doğal olarak) Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yöneticilerini aradılar.
Bir tek kişi istisna:
Bir önceki Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül...
Hani, “Siz içeriye çeki düzen vermezseniz, dış müdahale kaçınılmaz hale gelir” diyen ve “dava arkadaşlarını” darbeyle korkutan Gül...
Gül “dava arkadaşlarım” dediği Erdoğan’la Davutoğlu’nu aramadı. Selahattin Demirtaş’ı aradı. Üzüntülerini bildirdi. Taziyelerini sundu. Karşılığında da okkalı bir “Allah razı olsun” aldı.
Gül’ün tutumuna geçmeden önce, Demirtaş’ın “gösterme” (faş etme) çabası hakkında birkaç kelam etmek istiyorum. Çünkü Gül tarafından arandığı bilgisi (ya da ihbarı) Demirtaş’a aitti. Yani, Demirtaş faş etmeseydi, kamuoyu Gül’ün taziye telefonundan haberdar olmayacaktı.