Zekâyla, bilgiyle, “entelektüel donanımla” kalkışan ve muarızlarını “komploculuk” gibi eziklik barındıran yordamlara sarılmakla suçlayan arkadaşlar, Moody’s’in kararını, “bakıldığında, iyiliğimize bir karar olarak da okunabileceğini” söylüyor.
Ben ne diyeceğimi şaşırdım.
Başkasını “zekâsızlıkla” suçlayıp, bunları söyleyebiliyorsanız, sizde başka bir halet aramalı.
Hele, bütün “mesainizi”, bütün “saygın” entelektüel birikiminizi, “üst akıl yoktur” kabulü için çarçur ediyorsanız ve zaten spekülatif bir alana has olan ve ancak bir spekülasyonlarla kavranabilecek bir şeyin ete kemiğe bürünemeyeceğini kanıtlamak gibi nafile bir çırpınış içindeyseniz, orada ayrıca kötü niyet aramalı.
Şunu diyen sizsiniz (ima ettiğiniz şekliyle aktarıyorum), “Üst akıl diye bir şey yoktur. Üst akıl diye bir şey olsaydı, kredi derecelendirme kuruluşlarına emrederdi, kredi notumuz düşürülürdü...”
Bunu dediğiniz an, kredi derecelendirme kuruluşlarını harekete geçirecek bir (siyasal) gücün varlığını kabul etmiş oluyorsunuz. Daha doğrusu, söylediğiniz şey, zımnen, Erdoğan’ın söylediklerini içeriyor.
Ben bir “üst akıl” olduğuna inanıyor muyum?
Bu konuda daha önce (“üst akıl” kavramlaştırmasıyla ödeşen bir gazeteci grubunu işaretle) bir yazı yazmıştım.
Mayıs ayından beri devam eden bu tartışma, “üst akıl” kavramının kendisinden çok, bu kavramı ya da kavramlaştırmayı sıklıkla kullanan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı itibarsızlaştırma (itibarsızlaştırma ve söylemlerinin altını boşaltma) amacı güdüyor.