Hasan Efendi’nin Güneydoğu Anadolu gezisi devam ediyor... Bu kez Nusaybin ve civarından bildiriyor ama “Bu YDG-H de nerden çıktı? Kim verdi roketatarları bu çocukların eline? Hendek kazmak da nedir? Polis-asker öldürmek de nedir?” sorularını sormamaya devam ediyor.
Nusaybin “barikatlı, hendekli ve hüzünlü”ymüş.
Peki, yağmur da çiseliyor muymuş?
Bilmiyoruz... Yazarsa, öğreneceğiz.
İzlenimlerden çıkardığımız özet sonuca göre, faşist devlet bölgeyi esareti altında inim inim inletiyor, halk güçleri de “hendek kazarak” buna direniyor.
Dünkü yazımda bir hususu atlamışım. Yücel Yaman ağabey hatırlatmasa unutup gidecektim. Belki de “meselenin kalbi” sayılacak bir husus...
Hasan Efendi, Diyarbakır’da, çiseleyen yağmur altında dolaşırken üç genç beliriyor, “Kemalistler buralara giremez” diye bağırıp hızla uzaklaşıyor.
Kemalistler oralara giremezmiş...
Girmişler bile... Sadece Kemalist reflekslerle düşünüp üretebilen Hasan Efendi bile girip, “Hüzün... Çiseleyen yağmur... Paris’te bir öğlen sonu...” diye saçmaladığına göre, Kemalizm “Kürt tarlasını” çoktan sürmüş...
Kemalizm, esasında, HDP (yani PKK) eliyle girdi oralara...
Zaten bütün mesele, Kürtleri “Kemalist ideoloji” eliyle modernleştirip terbiye etmek, “feodal bağılarından” kurtarmak değil miydi? Demirtaş’ı sazıyla sözüyle “Türkiye Türklerindir” bayrağı altına oturtup cilalayıp parlatanların, “Oyum HDP’ye” kampanyaları düzenleyenlerin amacı bu değil miydi?