İki gazeteciye, FETÖ’ye yardım ve yataklıktan dava açıldı.
Kıyamet koptu.
Neredeyse bütün matbuat, bu iki gazetecinin FETÖ’cü olmadığını kanıtlama yarışına girdi.
Gerek yok.
Değiller...
FETÖ’cü değiller...
İyi de, FETÖ’cü olmamaları, onları, üzerlerine yapışmış ağır töhmetten kurtarıyor mu? Takıntılı, kavgacı, birilerine hakaret etmeden cümle kuramayan iki gazeteciden söz ediyoruz. Ki, bugüne kadar “utanç”tan başka mesleğe bir katkıları olmamış.
Sürekli tehdit yazıları yazmışlar.
Sürekli, aba altından “darbe sopası” göstermişler.
Sürekli “darağacı” anıştırması yapmışlar.
Öyle ki, “işkence aklayıcılığına” bile soyunmuşlar...
Bu gazetecilik anlayışı bitmemeli mi?
Bu gazeteciler, en azından gönüllerden tart edilmemeli mi?
FETÖ’cü değiller ama “yardımcı” olmuşlar; 17/25 Aralık’tan sonra bile bu çok tehlikeli örgütü aklayan (operasyonlarını toplum nezdinde sevimli gösteren) yazılar yazmışlar.
Şimdi de iki sanatçı çıktı başımıza:
Müjdat Gezen ve Metin Akpınar...
Hayır, bunlar da FETÖ’cü değiller.
Değiller ama FETÖ’nün murat ettiği “siyasal sonuç”la ilgili cesur laflar ediyorlar ki, “Hah” diyorsunuz, “Siyasal Fetullahçılık tam da böyle bir şey... İlle de maklubeye kaşık sallamak gerekmiyor.”