KCK soruşturması başladığında, Nagehan Alçı’yla “Nerede
Kalmıştık” programını
yapıyorduk.
Nagehan da, ben de, bu soruşturmanın, “olması gereken bir soruşturma” olduğunu düşünüyorduk. Çünkü iddialar vahimdi. Paralel bir devletten söz ediliyordu. (Gülen’in paralel devletiyle ilgisi yok.) Bu devletin bir anayasası vardı, bir yargısı vardı, bir bürokrasisi vardı, kapalı devre iş gören bürokratları vardı.
Daha da vahimi, bu devletin yargısı belediye başkanlarını hesaba
çekiyor, haklarında idari tedbir
uyguluyordu.
Dolayısıyla, devletin bu meselenin üzerine gitmesi, ortadaki “kriminal” duruma son vermesi gerekiyordu.
Sonra bir şey oldu...
Bir fotoğraf düştü ortalığa...
Nazi Almanya’sı dönemini hatırlatan ve istikrahla yüzünüzü buruşturacağınız, “Bu kadar da olmaz ki birader!” diyeceğiniz bir fotoğraf.
Fotoğrafta, eli kelepçeli (polisin kullandığı plastik
kelepçeler) yüzlerce insan, tek sıra halinde dizilmiş, “belirsiz”
bir istikamete doğru
götürülüyor...
Neredeyse bir “temerküz kampı” görüntüsü...
Fotoğraf, ihtimal ki, Emniyet
Müdürlüğü yahut Adliye önünde
çekilmiş.
Deklanşöre basan el de, ihtimal ki, paralel bir Emniyet görevlisinin eli...
O “eli kelepçeli yüzlerce insan” arasında, bir dolu belediye başkanı ve meclis üyesi bulunduğunu sonradan öğrenecek, bir kez daha, “Bu kadar da olmaz ki birader” diyecektik.
Fotoğrafı görünce, midem
bulandı...