Sayın muhbir Profesör Mümtaz’er Türköne, dün (yani önceki gün) hâkim karşısına çıktı ve ifade verdi.
Biliyorsunuz (ben bilmiyordum, yeni öğrendim) Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret ettiği iddiasıyla hakkında ceza davası açılmıştı.
İfadesinde “hakaret suçu” işlemediğini, masum olduğunu, bir “kasıt”la bu yazıya kalkışmadığını filan söylemiş.
Başka ne diyebilirdi ki?
Savunmasının tümüne ulaşamadım ama internet sitelerinin yazdığına göre, “yazıya ilişkin herhangi bir sorumluluğunun bulunmadığını ve anlaşmasının gazete ile (yani Zaman gazetesi ile) olduğunu” da eklemiş.
Burada ne demiş olabilir? “Ortada bir suç varsa, bu bana değil, anlaşmam bulunun Zaman gazetesine aittir...”
Bu mu?
Ben Mümtaz’er’in yerinde olsam, mahkeme heyetine, “Beni bırakın, siz asıl Ahmet Kekeç’in yakasına yapışın” derdim.
Nitekim böyle şeyler yazdı...
Savcıları Ahmet Kekeç konusunda harekete geçmeye çağırdı.
Efendim, birileri Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında olmadık laflar ediyormuş; Ahmet Kekeç de, “Niye böyle şeyler yazıyorsunuz arkadaşlar” diyerek, o “olmadık lafları” köşesine taşıyormuş. Yani tekrar ediyormuş. Dolayısıyla hakaret suçu işliyormuş.
Evet, bunları yazdı.
Koskoca Profesör Mümtaz’er Türköne, “Ahmet Kekeç içeri atılmalıdır” diyecek kadar kendini düşürdü.
Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında edilen “olmadık laflar”ın ne olduğunu biliyorsunuz. Bunlar daha çok Fethullah Gülen ve Ekrem Dumanlı gibi entelektüel “kalemler” tarafından dile getiriliyor: “Firavun, Karun, Yezit, Sufyan, Hırsız...”
Kurnaz Profesör Mümtaz’er Türköne, bu lafların sarf edilmesini ayıp sayan ve “Böyle konuşmak size yakışmıyor arkadaşlar” diyen Ahmet Kekeç’i savcılara gammazlıyor ama bu lafların sahiplerine (yani Fethullah Gülen’le Ekrem Dumanlı’ya), “Cumhurbaşkanı’na alenen hakaret ediyorsunuz. Üstelik dini kimliğiniz var. Ayıp değil mi?” diyemiyor, demek istemiyor.