Bu Suriyeliler de nerden çıkmıştı? Sınırları kapatmalıydık. Yasa dışı geçişe izin vermemeliydik. Hatta onları Esad’ın kucağına itmeliydik. (Kemal Kılıçdaroğlu, seçim vaadi olarak “Suriye’den gelen mültecileri tehcire tabi tutacağız” diyordu. Memleketlerine dönsünlermiş. Burada gurbetlik çekiyorlarmış. Yazıkmış... Demek istiyordu ki Kemal Bey, “Memleketlerine dönsünler, misket bombalarıyla yok edilsinler.”)
Peki, son günlerde sınırlarımıza yığılan bu Araplar ve Türkmenler de nerden çıkmıştı? Kapılarımızı kapatmalı mıydık?
Hayır, kapatmamalıydık.
Onları “içeri” buyur etmeliydik.
Ki, boşalttıkları Tel Abyad’a PYD yerleşsin, istikbaldeki Kürt devletinin temellerini atsın. (Barzani, Salih Müslim’in zulmünden kaçan iki yüz bin dindar Kürdü himaye ediyordu, biz de beş on bin mülteciye ev sahipliği yapsak ne çıkardı!)
İçeri buyur etmesine edelim de, onları topraklarından söküp atan PYD militanlarına bir çift söz söylemeyelim mi? “Dünün mazlumuydunuz, bugünün zalimi oldunuz!” demeyelim mi?
Hayır, demeyelim... Onlar “öz savunma birlikleri” olarak bölgeyi IŞİD tehlikesine karşı koruyorlar ve “Rojava devrimi”nin son halkası olan Tel Abyad operasyonunu tamamlıyorlar. Devrimin selameti için Türkiye Arapları ve Türkmenleri kendi topraklarında muhafaza etmelidir. Çünkü, mülteciye yardım etmek, aynı zamanda bir insanlık borcudur. Bu durum Hasan Cemal’in de hoşuna gidecektir.
Demek ki, PYD zararlı çıkıyorsa, iltica kötü bir şey ve Türkiye’de bulunan 2 milyon Suriyeli derhal