Önce “fıkra gibi” bir anekdotla başlayalım: “Rejim değişikliği”yle “sistem değişikliği”ni karıştıran, çift başlılık tanımıyla “böylesi gelmedi, gelmeyecek, gelmez” dedirten Kemal Kılıçdaroğlu’nun korktuğu şey oldu:
Erdoğanhem Cumhurbaşkanı, hem AK Parti genel başkanı olarak, çift başlılık dönemini (!) “fiilen” başlattı.
İtiraz ediyordu, “Erdoğan’ın genel başkan olması çift başlılığa neden olmayacak mıdır?” diyordu.
Partisinden bir Allah’ın kuku da çıkıp, “İyi misiniz sayın genel başkan? Ne içiyorsunuz? Bunun çift başlılıkla ne alakası var?” diye sormuyordu.
Biz de sormayalım.
Böylesi daha iyi...
Kemal Bey varsın çift başlılığın böyle bir şey olduğunu sansın.
Fakat bir dakika!
16 Nisan’da “evet” çıkması ve yeni sistemin yürürlüğe girmesi durumunda, Başbakan’la Cumhurbaşkanı arasındaki “olası” gerilimi dert edinen aynı Kemal Bey değil miydi?
Bu durumda “üç başlılık”tan yakınması gerekmiyor muydu?
Geçelim...
Cumhurbaşkanı Erdoğan, yaklaşık 33 aylık bir ayrılıktan sonra partisinin başına döndü.
Bunu basit bir “geri dönüş hikâyesi” gibi görmemek lazım.
Evet, 61 anayasasıyla Cumhurbaşkanlarının partileriyle ilişkisi kesilmişti. Anayasa kararıydı...
Sonuçları hesap edilmeden başlatılan bu uygulama, bir başka anayasa değişikliğiyle (16 Nisan referandumuyla) bitirildi ve bir anlamda eskiye dönüldü.