Başlığa çıkardığım ifade, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na ait.
Sözü edilen mahkeme, Anayasa Mahkemesi oluyor...
“Yüce Divan”sıfatını da taşıyan mahkeme, sol entelijansiyanın “en özgürlükçü anayasa” diye pazarladığı 61 Anayasası’yla birlikte yürürlüğe girdi.
Bu anayasanın bir armağanı...
Ayıp olmasa, “kazığı” diyeceğim...
Demokratik Batı ülkelerinde de benzerlerine rastlanan Anayasa Mahkemesi’nin temel görevi, yasaların anayasaya uygunluğunu denetlemektir...
Bir “denetim organı” sizin anlayacağınız...
Fakat demokratik Batı ülkelerinde denetim ille de özel mahkemeler eliyle yapılmaz... Yani, denetim organlarının “Anayasa Mahkemesi” ismini taşımaları gerekmez. Normal mahkemeler de bu işe (denetleme işine) bakabilir.
Biz, daha ileri bir adım attık, denetleme fonksiyonunu yerine getirmesi için, bir tür “ihtisas mahkemesi” olarak Anayasa Mahkemesi’ni kurduk.
Problem de bundan sonra başladı işte...
“Kuvvetler Ayrılığı”nın, yargı lehine bozulduğu ve “hiyerarşik ayrılığa” dönüştüğü sert siyasal ortamda Anayasa Mahkemesi üzerine vazife olmayan işlere bulaştı.
Asıl işi olan “denetleme”yi bıraktı, kanun vazedici bir kuruma dönüştü ve siyaseti çekip çevirmeye başladı.
Mesela, “Tedbirler Kanunu” adı verilen utanç yasasını hukuka uygun buldu.
Bu kanun, 60 darbesini eleştirmeyi yasaklıyordu.
Yani, “27 Mayıs darbesi kötü oldu. Menderes ve arkadaşlarının asılması gerekmezdi!” diyemezdiniz. Hemen yargı devreye girer, “Tedbirler Kanunu”na muhalefetten cezalandırılmanızı isterdi ve cezalandırılırdınız..
Anayasa Mahkemesi, başvuru üzerine, oturdu, “Tedbirler Kanunu”nun anayasaya (ve elbette hukuka) uygun olup olmadığını görüştü.
Ne karar verdi, biliyor musunuz?