Özal zamanında, 980'lerde toplam nüfusumuz 44 milyondu. Bunun
yüzde 56'sı (25 milyon) köyde yüzde 44'ü (19 milyon) şehirde
yaşıyordu.
Bugün nüfusumuz 80 milyon.. Köyde yaşayanların oranı yüzde 22'ye
düşmüş.
Köyler neredeyse tamamen şehirlere taşınmış.
Peki köyden şehire gelenler ne yapıyor?
Gâvurlarda şöyle olmuş. Sanayileşme ile birlikte köydekiler sanayi
işçisi olmak için şehre inmiş.. Bir sınıf oluşmuş. Sınıfına göre
refleksleri gelişmiş, sınıfına uygun organizasyonlarda yer almış,
diğer sınıflarla itişmiş, kakışmış, didişmiş ve belli bir zaman
sonra bir orta yol bulunmuş.
Biz şehre inip ne yaptık? Bizimkiler şehre gelip ne yapmış? Şehri
yağmalamış. Gecekonduculuk temel eğitiminden sonra müteahhit olup
şehri yağmalamış.
Adapte entegre derdi hiç olmamış. Köyünü ve köyündeki hayatını
olduğu gibi şehre taşımış.
Bununla övünmeli miyiz? Bilmiyorum.
Ah vah keşke meşkenin bu saatten sonra faydası var mı, yok.
Bu insanların kendilerinin de bilmedikleri bir mazeretleri var mı?
Var.. Rejimleri tepeden inme değiştirilen, insanları metazori başka
bir kalıba oturtulan ülkelerin hemen hepsinde bu dert var.
Bu dert derken sadece şehre indim, adapte olamadımdan ibaret değil.
Hemen her sahada kendini gösteren alavere dalavere, sahtekarlık,
ikiyüzlülük, kaytarmak, aldatmak, hile yapmak, kolay yoldan para
kazanmak, ilkesizlik, şeklinde kendini göstermiş. Eee, aradan üç
nesil geçince genetik kodlar bile değişmiş. Biz bu saatten sonra
buyuz artık.