Eskilerden bir büyük zat, 40'lı yıllarda, "İstanbul, dostu dosta
kaybettirir" demiş.
Artık her yer İstanbul.
Yıllardır birbiri ile görüşemeyen kardeşler, yakın akrabalar,
arkadaşlar var. Çok kimse lokalize bir hayat yaşıyor. Her şeyini
paylaştığı insan sayısı üçü beşi geçmiyor.
İş münasebetiyle ilişkide olduğu onlarca yüzlerce insanla kurduğu
ilişkiler sahte. Çok içtenmiş gibi görünüyor ama sadece işle
sınırlı. O iş her neyse bittiği gün ilişkiler de bitiyor.
...
Ben cep telefonunu yeni yetme tabirle "insanlık onuruna aykırı"
buluyorum. İnsanı aşağılayan bir yenilik olarak görüyorum.
İnsana "herkes her an elinin altındaymış" duygusu veriyor.
Sanki lazım olursa "herkes cebindeymiş" gibi.
Birisine, bir yerlere ulaşma kolaylığı işi sıradanlaştırıyor.
Kandilde, bayramda, özel günlerde genelge gibi gelen SMS'ler bir
başka felaket.. Nezaket katliamı gibi.
Bir de uyaranlar çok fazla. Abondone olmuş vaziyetteyiz.
Yüzlerce tv kanalı, uçsuz bucaksız internet, üstüne üstlük bir de
cep telefonu.
"Müsaitseniz annemler akşam size gelecek" devrinden sonra herkesi
elimizin altında ve cebimizde hissetmemiz hepimizi bocalattı.
Bize hayatı çabuk tüketme alışkanlığı kazandırdı.
Hep koşuşturan insanlar.. Soluklanmaya vakitleri yokmuş gibi.
...
İtalyanlar 1999'da "slow city" adını verdikleri kasabalardan ilkini
kurdular.
Bu proje rağbet gördü, yaygınlaştı.
Bu kasabalarda 950'li yılların şartlarında yaşanıyor.
Nüfus az (yeni projelerde nüfusu 50.000'le sınırlamışlar), hayat
yavaş.. İş hayatı yavaş.. Okul yavaş.
Randevular öğleden önce öğleden sonraya göre veriliyor..
Koşuşturmaca ve panik yok..
Bugün çoğumuz için fantezi gibi görünen bu hareket rağbet
göreceğe benziyor. Şimdilik halli vakitli insanların işi ama
zamanla herkesin erişebileceği hale gelecektir.
On yılda bu kadar yaygınlaşması bunu gösteriyor.