Aralık 988.
Güzide üniversitelerimizden birinde sabah saatin onu. Fizik dersi
başlıyor. Daha doğrusu iki ayrı sınıfta paralel fizik dersleri var.
Aynı ders. Farklı hocalar. Yaşlıca beyin sınıfında yedi kişi var.
Çoğu paltolarını bile çıkarmamış. "Bitse de gitsek" havasındalar.
Genç hanımın sınıfına 200'ün üzerinde kayıt yaptırılmış; salonda
nereden baksanız 150 öğrenci harıl harıl not almaya hazırlanıyor.
Kendilerini bekleyen sürprizden habersiz öğrenciler...
Hanım hoca yumuşak yüzlü. Sınıfta ara sıra gürültü seviyesi
yükselirse o sesini fazla çıkarmıyor. Tahtadaki problemi ilginç bir
şekle sokarak her seferinde susturmayı başarıyor öğrencilerini.
Bugün her zamankinden fazla ses çıkıyor sınıftan. Hoca tahtaya "Ohm
kanunu" diye yazınca ne de olsa gevşiyor millet. Ohm kanunu ha!
Yahu biz üniversite imtihanında ne sorular çözdük; hoca bize ne
anlatıyor, diye içlerinden geçiriyor delikanlılar ve genç kızlar. O
ne? Sınıfı kaplayan uğultuya her zaman tebessümle cevap veren hoca
hanım bu sefer elindeki silgiyi tahtaya vuruyor. Tık tık tık.
"Dinleyin. Beni dinlerseniz iyi edersiniz. Çünkü bugün size Ohm
kanununu anlatacağım. Sizin büyük ihtimalle on kere görüp hiç
anlamadığınız Ohm kanununu... Siz mutlaka ilkokulda
okumuşsunuzdur... Sonra ortaokulda. Sonra lisede... Sonra
üniversite imtihanına hazırlanırken... Ohm sorularını çözmeyi de
pekâlâ öğrenmişsinizdir. O yüzden Ohm kanununun ne olduğunu
bilemezsiniz. Ben ise hayatımda tek bir kere okudum Ohm kanununu.
İşte bu nedenle Ohm kanununun ne olduğunu ben biliyorum, siz
bilmiyorsunuz."