Mecellede bir kural var: Üç nesil devam eden bir âdet, örftür.
Örf ise nass gibidir. Örf ile tayin nass ile tayin gibidir.(*)
Bizim maziden getirdiğimiz âdet, anane, inanç, yazı ve ahlâk
anlayışına kadar her şey terk edilmiş. Mazisi ile bağları koparılan
insan ne yapar?
....
Öyle dertlerimiz var ki, kanunla düzene sokma imkânı yoktur. Bu
temelde sosyal terbiye işi. Sosyal terbiyeyi kim verecek? Herkes
ağzına bir eğitim lafı dolamış. Yalnız göz ardı edilen bir husus
var: Bazı alışkanlıklar insanda bir günde yer etmiyor. Bazı
kurallar kuşaktan kuşağa aktarılarak ve yoğrularak kıvama ulaşıyor.
Sosyal terbiye bir geleneğe oturmak zorunda. Batı'da taşı taşın
üstüne koyma geleneği var. Her gelen işe sıfırdan başlamamış,
mevcudun üzerine bir şeyler koymuş. Bu ilim sahasında da böyle.
Taşı taşın üstüne koyma geleneği olanlar ilim sahasında rakipsiz
oluyor. Japonya bile ilimde tefekküre gidemiyor. Mevcutları
tekrarlıyor.
Paul Valery, dehayı şöyle tarif etmiş:
"Deha her gün saat sekizde çalışma masasına oturup gece on ikide
kalkmaktır."
Adamlardaki bu disiplin ve gelenek bilimsel üretimin altyapısını
oluşturmuş.
Almanya iki defa yıkıldı, iki defa ayağa kalktı. Uzun dönem
gelişmiş ekonomiyi ve teknolojiyi temsil etti. Sosyal olayların
oturması da tıpkı ilim alanında olduğu gibi belli bir geleneğe ve
disipline bağlı. Okulla olacak iş değil. Bugün İngiliz'i, Alman'ı
doğudaki Müslüman bir milletin şablonuna oturtsanız ve kanun
zoruyla bu şablona uymaya zorlasanız sonuç aynı olur. Bu gariplik
en az üç nesil devam eder. Kanun zoruyla terbiye olmaz.