80'li yılların sonunda gazetenin tashih servisinde çalışan bir
arkadaşımız vardı.. Lakabı "Gariban"dı.
Gariban aşağı, Gariban yukarı..
Ağzı var, dili yok dediklerinden.. 12 saatte 12 kelime çıkmazdı
ağzından.
İşini iyi yapardı.
En keyifli anı çay sigara molasıydı. Bir elinde bardak diğerine
sigara.. Kapı önüne çıkar 10-15 dakikada 4-5 sigara içerdi.
Bir gün akşam üzeri iş yerine geldim, gündem Gariban..
-Ne oldu?
-Senin Gariban ortada hiç sebeb yokken Ziya abiye saldırdı.. Yahu
ne oluyor demeye kalmadan camı aşağı indirdi.. Sonra çıktı
gitti.
Hatta merdivenlerden inerken biri, "Hayırdır Gariban?" demiş, ona
da yumruk atmış..
İki gün sonra babası geldi.
Oğlumuzu hastaneye (Bakırköy) yatırdık, durumu iyi değil dedi.
Üç sene sonra taburcu etmişler.
Ziyaretime geldi.
Elinde iki defter.
Normal görünüyordu.
Hastanede bir roman yazdım, bir ara bakarsın dedi.
Defteri açtım.. Her satırda aynı cümle: Bir adam atına bindi,
dıgıdık, dıgıdık, dıgıdık gitti.. Damdan düştü bir kurbağa
tekerlemesi gibi..