Eski bir kitaptan Anadolu'da tutunmak stratejisi üzerine bir
alıntı:
"Oğul! Şiddetli kan davası güden köylerin ortasında iş tutacaksan
eğer; tilki ol, kurt ol veya icabında çakal ol ama zinhar domuz
olma.
Tilkiyi herkes sever. Kurttan hepsi korkar.
Bir köye verdiğin zarar diğer köyde hoş mevzu olur ve namın
yürür.
Fakat bir gün domuz olursan, bir avuç mısır için tarlaları yok
edersin. Yok edilmen için müşterek sebep ortaya çıkar. Köylüler kan
davalarını bir kenara bırakır ve geçici ittifak kurar. Toplanıp
peşine düşer vura vura tepelerler seni."
NE YAPIYORUZ?
Güzelliğin sonu çirkinliktir. Gençliğin kaderi solmaktır.
Peki ne yapıyoruz?
Sürekli erteliyoruz.
Anne-babamıza onları ne kadar çok sevdiğimizi söylemiyoruz, sıkıca
sarılmıyoruz. İş, para, kariyer diye gözümüz dönmüş, haftada bir
gün zor görüyoruz.
Eşimizle çıkacağımız tatili 28’nci kere planlıyoruz, 29’uncuda da
gitmeyeceğimizi biliyoruz.
Arkadaşlarımızla randevularımızı “öncelikli ertelenebilecekler”
listesine koyuyoruz.
Aldatıyoruz, aldatılıyoruz ve “başkasını bulamam” diye yalanlarla
yaşıyoruz.
İşsiz kalan arkadaşlarımızı arayıp, sormuyoruz.
Karanlık kış günlerinin ardından parıldayan güneşi, plaza
camlarının arkasından izliyoruz.
Yağlı, kızarmış, kanserojen demeden, bilerek ve isteyerek “ha bire”
yiyoruz.
Her pazartesi rejime başlayıp, salı sabahı bırakıyoruz.
Sigara dumanını oksijenden daha büyük bir zevk duyarak ama
“bırakmalıyım” diyerek içimize çekiyoruz.
Kahve, çay, çikolata tüketiminden vazgeçmeyip selülit kremlerine ve
mide haplarına servetimizi yatırıyoruz.
Spor salonlarının broşürlerini arşivleyip, “işten güçten, bir
türlü” gidemiyoruz.
Evimize kitap doldurup hiçbirini okumuyoruz.