Tayyip
Bey’in başımıza gelmesinin dün 17’nci yıldönümüydü; yarın ise
Bülent Ecevit’in aramızdan
ayrılışının 12’nci yıldönümü.
İki olayı aynı cümlede buluşturan kader
utansın! (Bu laftan suç üretmeye kalkan çıkarsa, o da
utansın!)
Çok şükür Türkçemizde, Batı dillerindeki gibi
sözcüklerin cinsiyeti yok.
Ama “Kaderin cilvesi” diye bir
deyimimiz var.
Çok ünlü ve çok kıdemli bazı belediye
başkanlarımızın adaylık için sergiledikleri halleri saymazsak
“cilvebaz erkek” olmayacağına göre, kader “dişi”
bir sözcük.
Kader, hem de öylesine cilvebaz ki, fazla derin
düşünmeye kalkanın aklını başından alıyor.
Seçmen çoğunluğumuz çok şükür çok derin
düşünmüyor.
Bugün söylediğinin ertesi gün tersinin
söylenmesine hiç aldırmıyor. Gününü kurtaranın peşine
düşüyor.
Gazeteci olsa da olmasa da arada bir derin
düşünenler arasına düşüyor insan.
Dün Ankara ’da Maltepe Camisi’nin avlusu
öyleydi.
Geçen yıl kaybettiğimiz ilk kadın bakanımız,
Ankara Üniversitesi Rektörü Türkan Akyol’un eşi ve
yüzlerce hekimin hocası Prof. Turhan
Akyol’u uğurlamaya gelenler, kendisinin bir sözünü
birbirlerine anımsatıyordu:
Turhan Akyol, Mümtaz Hoca’nın
Galatasaray Lisesi’nden arkadaşı, Kurtuluş Savaşı ertesinin ve
Cumhuriyetin kuruluşunun heyecanını yaşamış kuşaktan.
Arkadaşlarıyla bir araya geldiklerinde
söylediği bir sözü konu ediyorlar:
“Eğer İngilizin, Rusun işgaline
uğrasaydık ülkemizin kentleri, coğrafyası ve hatta
sosyolojisi bu kadar ağır zarar görmezdi!”
Dinlemekle yetiniyoruz.
Buna halkın psikolojisini de eklemek
gerektiğini sadece buraya yazıyoruz:
Deprem bekler gibi beklenen ekonomik krizin,
daha da patlayacak pahalılık ve işsizlik korkusunun kitlelerde
yarattığı endişe ve kaygının, polisiye haberlere kadın cinayeti,
doktorlara saldırı, trafikte bıçaklı kavga diye yansıdığı, keşke
Külliye’nin pencerelerinden de görülse.
***
Bu arada “Andımız” tartışması tam
gaz.
Şu sıralar “Bizim tek andımız İstiklal
Marşımızdır” diyen Tayyip Bey, altı ay önce de
“İstiklal Marşı’nın bestesinin değişmesi
gerekir!” demişti.
Kime?
Külliye’de misafir ettiği
muhtarlara.
Belli ki muhtarlar arasında külliyetli miktarda
bestekâr var diye bir istihbarat almıştı.
Artık enişte beyden mi yoksa MİT’ten mi, Allah
bilir.
***
“Bestesi zor!” dediği İstiklal
Marşımız, 1930’dan beri, yani 88 yıldan beri söyleniyor.
Eski Türkiye’ye ait yani.
Artık yeni ağızlar peydah olduğuna göre belli
ki yeni ağızlara yeni “taam”, yeni lokma
gerekiyor.
Maksat gündem olsun torba dolsun olsa keşke.
Amaç önce beste değişsin, sonra güfteyi köfte yapmak nasıl olsa çok
kolay.
(Anımsanması gereken tarihi bir anlatı var.
İngiliz Kraliçesi Victoria’nın “Dünyada, iffet
de dahil, para ile satın alınamayacak hiçbir şey
yoktur!” demesi üzerine Sultan Abdülaziz’in,
yanındaki Hariciye Nazırı Fuat Paşa’ya dönerek,
“Paşa, karıyı bulduk iş paraya kaldı!” demesi
gibi, beste değişsin güfte kolay!)
Türk sözcüğünü inatla “bir ırkın adı”
diye sakıncalı sayan ve
“Andımız”ı yasaklayan anlayış, yarın
“Kahraman ırkıma bir gül, ne bu şiddet bu
celal” sözleri için de “ırkçılık ve şiddet
içeriyor” diyebilir. Üstüne de “Kahraman ırkım” lafının da
Kürtleri ve öteki ırkları zan altında bıraktığını iddia
edebilir.
Dedik ya maksat laf olsun, torba dolsa
keşke.
***