Bülent Ecevit’in aramızdan ayrılışının dün 10. yılı idi. İki gün
önce de, Tayyip Erdoğan’ın başımıza gelmesinin 15. yılına
girdik.
“İki olayı aynı haftada, aynı paragrafta buluşturan kader utansın!”
diyen olursa...
“Makul şüpheli” sayılır ve devamında da sabahın köründe “gözaltına
alınıp sonra da denetimli serbestliğe” falan maruz bırakılır
mı?
Bir Allah bilir, bir de kudret sahipleri!
Kader dişi midir, erkek midir bilmek zor. Ama “kaderin cilvesi”
diye bir deyimimiz var.
“Cilvebaz” da olduğuna göre, kader hanım, Allah muhafaza, aklımızı
başımızdan alabilir;
Ve hatta KHK’ye falan maruz bırakabilir... Bir örgüte üye olmadan,
örgütçü bile yapabilir.
Tek satır yazı yazmadan fikir; tek söz söylemeden zikir suç
işletebilir.
Özetle cilvebaz kaderden her şey beklenir...
***
Bülent Ecevit de, kaderin her türlü işvesine maruz kaldı.
Yüzde 42 oy aldığı halde hükümet kuramadı. Baskılar üzerine “kumar
borcu olmayan vekil” transferine bile yöneldi. Hükümet oldu.
İktidar olamadı. İki kez darbeye uğradı. Hapse atıldı. Suikast
girişimine uğradı. Defalarca yargılandı. Kendisini hep gazeteci
olarak tanımladı. Bir gazeteciye verilecek en ağır ceza kalem
yasağı idi.
Yıllarca “yasaklı” yaşadı.
Demokrasi ve adalet arayışı hiç durmadı. Son olarak çıkardığı
derginin adıydı Arayış. Bir arkadaşının adı ile (Necdet Onur)
çıkardı o dergiyi. Üç ay bile yayımlanmadan, “Hak - Hukuk - Adalet”
konusunda yazdığı yazısı, bugünün KHK’si o günün MBK’si kararıyla
derginin sayfalarından kazınmak suretiyle çıkartıldı.
Zamanın (ve Ecevit’in) ruhunu şad etmenin en kestirme yolu, 12
Eylül faşist askeri darbe günlerindeki o 35 yıl önceki yazıyı
buraya almak. İnşallah yazının da, Cumhuriyet’in de başına bir şey
gelmez.
İşte o yazı:
“ İnsanlar bir ölçüye kadar özgürlük kısıntılarına, baskıya, zulme
katlanabilirler, ama haksızlığa, adaletsizliğe katlanamazlar.
En zayıf, en ürkek insan bile haksızlık, adaletsizlik karşısında
tepki duyar ve tepkisini hiç beklenmedik biçimde ve ölçüde açığa
vurabilir.
Toplumda huzur sağlamanın, insan ilişkilerini de yurttaş-devlet
ilişkisini de sağlıklı ve düzgün yürütebilmenin başta gelen koşulu
adalettir.
Adaletin dayanağı ise, yargı erkinin, yargı organlarının
bağımsızlığıdır.
Yargı organları yeterince bağımsız değilse, yargıçlar yeterince
güvenceden yoksunsa, mahkemelerin vereceği en adaletli kararlar
bile inandırıcı olamaz; halk, adalet inancını, devlete güvenini
yitirir.
Adalete inanç ve devlete güven sarsıldıkça da, hakkına razı
olmayanlar artar, yargı organları dışında hak arama eğilimleri
yaygınlaşır, toplumsal ilişkiler zedelenir ve en kötü anlamıyla
anarşi ortaya çıkar. O durumda, anarşiyi önlemenin, koyu bir baskı
rejimi kurmaktan başka çaresi görülemez olur ve demokratik hukuk
devletinin yolu tıkanır.