Her seferinde önümüze bir zarf atılıyor...
Bendeniz gibi bilcümle hassas ruh ve zihin, anında üstüne
atlıyor.
“N’ayır!! Turkuaz milli rengimiz olamaz!!”
“N’olamaz! İdam cezası konamaz!”
“N’olamaz! 18’indeki çocuktan milletvekili olamaz!”
***
Atılan her adımı alkışlar, söylenen her lafı da zarf sayar/zarf
sanar olduk:
Ama milletin yarısı kuzu, yarısı paranoyak olamaz.
Ama oluyor. Çünkü meydanlar doluyor.
Bu arada hapishaneler de doluyor.
Maksat da zaten belki bu. Tüccar Terzi gibi bedene özel veya kendin
pişir kendi ye türünden bir “Hususi
Anayasa” pişirmek.
Tak fişi bitir işi, dedikleri tam da bu.
Milletin yarısı kuzu kuzu dinliyor. Ortalık alkıştan
inliyor.
Öteki yarısı uyuz oluyor.
Ama 15 yıldır maksat da hâsıl olup duruyor.
(Hasılatı ise hiç sormayın!)
Zarf, mazrufun yani zarftakini gizlemenin bahanesi.
Öyle ki zarf korkusu yüzünden, “OHAL, 15
Temmuz’un zarfıdır!” diye düşünenler bile var.
Tehlike büyük...
“Öl de ölelim!” diyen “meydan ve ekran kuzuları” ile
halkın üstüne ölüm yağdıran F-16’ları ve Kobraları düzmece sayan
paranoyakların cepheleştiği bir ülke haline geliyoruz.
Ortada kalanlar sahiden ortada kalmış durumda.
Elbette atılan zarfların amacı bu olamaz.
Ama “manzara-ı umumi” bu!
Haftanın neredeyse her günü, meydanlardan ekranlardan halkın önüne
bir zarf! Zarf amaca fazlasıyla hizmet ediyor. Aklıselim sahibi
bilcümle vatandaş, yazar çizer gerçek gündemi, asıl yangını
bırakıyor zarfa yöneliyor:
“Seçilme hakkı, on sekiz!
Bugün sünnet yarın Meclis!”
“Idam yasalaşsa bile geriye yürümez.
Ossun! Bu sayede gemileri yürütürüz ya!”
***
Zarfçılık başka ülkelerde geçerliliği pek olmayan bir yöntem.
Zaten artık Istanbul’da da pek rastlanmıyor.
İstanbul’da en çok “zarf atılan” semtlerden biri elbette
Kasımpaşa değildi.
Ama en çok zarfçının, Kasımpaşa’dan çıktığı bilinirdi. Tıpkı
ortasındaki