Ümmet Nasıl Ayağa Kalkar?” başlıklı bir dizi konferansım oldu. Kim ne derse desin “Ümmet” diye bir aidiyeti var Müslümanların. İster “Tarihi, kültürel bağlar” diye görün, ister BM’de destek aradığınızda varlığını önemsediğiniz bir aidiyet olarak bakın, ister “Gönül coğrafyası” ya da “stratejik derinlik” gibi umutlu değerlendirmelere yönelin, hatta ister Batı ile ilişkileri “stratejik hedef” olarak belirleyin, “İslam dünyası” diye bir vakıa ve onun manevi zemini olarak “Ümmet” diye bir olgu var. Bu konferanslarım, Osmanlı’nın tarih oluşuna tanıklık eden 100 yılın muhasebesi ile başlar. Paris’te yapılan Birinci Dünya Savaşı’nın sona erişi ile ilgili 100’üncü yıl törenlerini verirken BBC’nin koyduğu alt yazı ne oldu bakın: “100th anniversary of dissected Ottoman Empire - Osmanlı imparatorluğunun parçalanışının 100’üncü yıl dönümü. ” Bu kadar açık, net. Bizim dünyamıza format atıldı 100 yıl evvel. Bu format, bizim kutlayacağımız bir format değildi. Aksine “Ne yapıldı bize, şimdi üzerinden 100 yıl geçtikten sonra ne haldeyiz, o formatı değiştirebildik mi, yer yüzünde kendi dünyamızın oyununu oynayabiliyor muyuz?” sorusunu sormamız gerekirdi. Biz, İslam dünyasının en gelişmiş ülkesi Türkiye “Beka sorunu” gündemi ile yatıp kalkıyoruz.