Böyle bir yazıyı 2012 yılında PKK Kürt gençlerini, “Vur ve kal” projesi çerçevesinde dağlara, güvenlik kuvvetlerinin karşısına sürdüğünde de yazmıştım. O zaman da dağlarda bini aşkın Kürt gencinin cesedi kalmıştı. Öcalan’ın “Silahlı mücadele dönemi sona erdi” yaklaşımı ve “Çözüm süreci” mutabakatı da onun ardından gelmişti.
Çözüm süreci başladı, devlet, daha fazla insan ölmesin, ister dağa çıkanın olsun ister askerde olanın “Kimsenin anası ağlamasın” yaklaşımı ile operasyonları durdurdu. Ne de olsa, ana anaydı ve toprağa düşen her gencin acısı, bir yerlerde sürekli kanamaya yol açmaktaydı.
İmralı, devletin bu tavrını anlar gözüktü. 2013 martında “Biz bin yıldan beri İslam bayrağı altında kardeşleştik” dedi. “Silahlı yapı ülkeyi terk etsin ve silahlar bırakılsın” dedi.
Ama küresel odaklar tarafından PKK’nın önüne Suriye üzerinden bir kemik daha atıldı. Suriye’den başlayıp Türkiye’ye uzanan ve PKK’nın hakim olduğu bir coğrafya üretimi sağlanabilirdi.
PKK o kemiğin üzerine atladı.
Çözüm sürecini, bölgede savaş yığınağı yapmak için kullandı. İster devlet oyalandı deyin, ister müsamaha kötüye kullanıldı deyin, ister terör örgütüne güvenmek yanlıştı, gaflet gösterildi deyin, geldik şimdi yeniden PKK’nın savaş kararına.
PKK konjonktürü uygun görmüş olmalı.
Amerika’nın Suriye’de PYD’yi “Paydaş” olarak değerlendirmesi, PKK’ya da zımni bir meşruiyet sağlar diye düşünülmüş olmalı. Suriye bataklığı genişledikçe, PYD-PKK işbirliğinden Suriye-Türkiye geçişliliği sağlanır diye hesap edilmiş olmalı.