Şu Lazlar yok mu şu Lazlar…”
“Her yeri Karadenizliler istila etmiş…”
“Devlette Çerkez yapılanmasının farkında mısınız?”
Ve;
“Kürtlerin kaç çocuk yaptığını görüyor musun?”
“Suriyeliler habire çocuk doğuruyor kardeşim…”
Bunlar ülkemizde ayaküstü ortamlarda duyulabilecek sözler. Hem de karşıdakinin Laz, Karadenizli, Çerkez, Kürt, belki Suriyeli – ya da herhangi bir göçmen olduğunu ve doğrudan kendisinin dışlandığını düşüneceğini hesaba katmaksızın…
Bu sözler bazen gerçekten diyelim Devlette yoğun ve paralel bir kadrolaşmayı işaret eder, bazen de bir etnik – dini – mezhebi kesim adına ötekilere hayat hakkını sorgulamayı.
Bir gözetlemeyi, tanımlamayı, dışlamayı, hakim irade konumunu, hayat hakkı düzenlemeyi içerir.
Bir dönem laikçiliğin söz sahibi olduğunu düşündüğü “Başörtüsüne hayat hakkı” konusu da bunun içine girer, “milliyetçilik” adına falanca etkin aidiyete yönelik sadakat sorgulaması da…
“Bu memleketin gerçek sahibi kim?” sorusu bu çerçevede dolaşır durur. Vatandaşlık yetmez. Ülkeye bir gün erken gelen, ya da mesela Büyük şehirde üç gün önce arsa kapatan, sonra gelenin hayat hakkını, ya da arsa kapatma girişimini sorgular.