İlahiyatçı hocalarımız bağışlasınlar beni, bilmem kaç yıllık “Hocalık” hayatlarında “model insan” olarak etraflarında üç-beş kişi toplayamamışlık gerçeğini sorgulamadan, her gün birisinin bir medya mecrasında bir cemaat yapısını yerden yere vurma eylemlerini görüyor ve şaşırıyorum.
Evet ortada misyonu çarpılmış bir “cemaat fitnesi” var.
Evet ortada, tasavvuf, tarikat benzeri yapılar bünyesinde, şeyh - mürid ilişkisinde olsun, ritüeller çerçevesinde olsun sahih İslam’ın kabul etmeyeceği tortular var.
Ama bir de yine İslam toplumlarının bünyesinde “kişiliğin yoğrulduğu pota” hüviyetinde, doğrudan Rasulullah (s.a.v.) ile Sahabe’nin buluştuğu yoğrulma zeminine benzer yapılar var.
Çok aktüel bir gerçekliğe işaret edeyim: Birçok insan bugün Tayyip Erdoğan’ın kişiliğinde herhangi bir politikacıdan “Farklı” bir şey görüyorsa, onun da toplumsal, psikolojik zemini gözardı edilemez. Ne dersiniz, cemaatlerdeki bağlılığı sorgularken, insanların “Tayyip Erdoğan bağlılığı”nı da sorgulayalım mı?
Yoksa salt bağlılığı değil, yanlış bağlılıkları mı sorgulayalım?
Bence en net bilgi şu:
İslam yola cemaat yapılanması ile çıktı. Mekke toplumu içinde Dar’ül Erkam, Rasulullah Efendimiz etrafında ilk “Müslüman cemaat” yapılanması idi. Ben şunu diyorum: Dar’ül Erkam olmasaydı Medine olmazdı.
İslam toplumları, daha sonraki zamanlarda, kişilik aşınmasına tanık olunan savrulmalarda, bir tür Mekke ortamı endişesi içinde, Rasulullah’ın “Örnek çizgisi”ni takip eden salih insanlar, Allah dostları, manevi eğitim merkezleri arayışına girmişlerse, bu, kaçınılmaz bir toplum refleksidir. Tasavvufun doğuşu da bu ihtiyaçla alakalıdır.