Yıl 1999... Sonbahar... Rusya’nın Çeçenistan’ın başşehri Grozni’yi bombaladığı günlerde ben Yeni Şafak’ta yazıyordum. Rus savaş uçakları günlerce süren bombardımanla şehri yerle bir etti. Ardından işgal geldi, işgal kadın çocuk demeden tam bir Rus vahşetine yol açtı. Yeni Şafak dahil Türkiye medyasında geniş yer buldu Grozni katliamı.
O günlerde Zaman gazatesine baktım, Grozni vahşetinden tek cümle yoktu. Gazete “Cemaat”in Rusya ve Rusya’nın etki alanında bulunan ülkelerdeki okulların zarar görmemesini dikkate almıştı. Gazetede olumsuz bir haber çıkarsa okullar tehlikeye girebilirdi.
Günlerdir dünya medyasına Doğu Türkistan’daki Çin zulmü ile ilgili haberler yansıyor.
Benzeri haberler, bizde de çıkıyor. Türkiye’de geniş bir Doğu Türkistanlı nüfus var ve bunların bu kadim yurt ile iletişimleri bir şekilde devam ediyor.
Çin yönetimi öteden beri nüfus yapısını değiştirip, Doğu Türkistan’ı asimile etmeye uğraşır. Türkiye’deki Doğu Türkistanlılar da Gökbayraklarıyla meydanlara çıkıp, Doğu Türkistan’da boğulmak istenen çığlıkları dünya kamuoyuna taşımaya çalışırlar. İsterler ki Türkiye seslerini duysun, medya bu sese sahip çıksın, Hükümet de “elinden geldiği ölçüde” Çin nezdinde girişimlerde bulunsun.
“Elinden geldiği ölçüde” ifadesinin altını çizdim, çünkü bu mesele bir yönüyle “Kardeş” bir toplumun acısına sahip çıkmak ise, diğer yanda da dev bir ekonomi ile ilişki anlamına geliyor. Çin ile iyi ilişkiler yürütmek lâzım, ama bu arada Doğu Türkistan’ı da gözden çıkarıyor olmamak lâzım.
O denge nasıl bulunacak, sorusu her daim gündemde olmuştur.
Benzeri bir durum son zamanlarda Rusya ile ilişkiler konusunda da yaşınıyor.
Diyelim Ukrayna konusu ve onunla bağlantılı Kırım...
Rusya Kırım’ı işgal etti, ilhak ettiğini açıkladı.
Bu, bu zamanda kuvvet zoruyla toprak gasbı anlamına geliyor.
Rusya Suriye’de de bunun başka bir versiyonunu, hani Doğu Avrupa’da Prag işgali ve Asya’da Afganistan işgalinde olduğu gibi “Davet ettiler geldik” modelini uyguluyor.