Bir iftar sonrası. Mikrofonu Hoca’ya verdiler. Şunları söyledi Hoca:
- Yakında bir roman okudum. Bir mahkumun firar öyküsünü anlatıyor. Cezaevi okyanus içinde bir adada. Mahkum firar planları yapıyor. Birkaç kere de firar denemesinde bulunuyor.
Son denemede, hücre arkadaşı ile birlikte kendisine verilen hindistan cevizlerinden bir sal yapıyor. Ve adanın kıyısında otururken orada med - cezir (Gel-Git) gerçekleştiğine tanık oluyor. Düşünüyor ki med, yani suların yükseldiği sırada sal ile denize açılırsa cezir, yani suların geri çekilmesi sırasında da okyanusa açılmak mümkün olur.
Ve bir med-cezir günü planını uygulamaya karar veriyor. Firar arkadaşı ile birlikte gerçekten okyanus açıklarına doğru savruluyorlar.
Sonra git git uzaktan kara görünüyor. Yaklaşıyorlar. Ama tam da o sırada cezir zamanı ve sular kıyıdan çekilmiş. Sal ile kıyı arasında 200 metrelik bir boşluk var. Ama bu boşluk bataklık halinde. Acaba ne yapmalı? En kritik soru bu. Kahramanımız “Bekleyelim, diyor, med-cezir yeniden başlar, biz de sular yükseldiğinde karaya çıkarız.”
Ama arkadaşının sabrı tükeniyor. “200 metrelik bir mesafe, ne olacak ki, yüzer geçerim oraya” diyor. Uyarıları dinlemiyor ve suya atlıyor. Ama su su değil, bataklık. Kısa süre içinde balçığın içine gömülüp gidiyor. Kahramanımız ise akşam gerçekleşen med sırasında kıyıya ulaşıyor.”
Hoca bunu anlattı ve sözü bitirdi. Başka bir şey söylemedi.
Hoca kim?