Kahrolsun! Bu ifadeye ekleyeceğimiz pek çok ülke ismi olabilir. Farklı aktivist gruplar olarak bu söyleme alışığız. Kahrolsun! Kahrolsun! Kahrolsun! Türk - Batı ilişkileri üzerine bir değerlendirme yaptığımızda, ya da “Batı - Rus - Çin emperyalizmi” üzerine söz söyleme noktasına geldiğimizde de çok şey söyleyebiliriz. Yaralarımız çoktur ve kanar durur. Ancak toplum olarak yaşadığımız, sakladığımız duygular - öfkeler farklıdır, devlet olarak oluşturulan reel-politik farklıdır. Türkiye’de Batı ile ilişkileri adeta devletin kutsalı gibi gören çevreler vardır. Özellikle Osmanlı’nın son döneminde karşı karşıya kalınan Batı kaynaklı operasyonların ürküntüsü ile “reel politik” daha bir Batı yanlısı durma ekseninde belirlenmiştir. Bu dönemde islami çevreler hem siyaset hem fikriyat boyutunda Batı ile ilişkileri sorgulayarak gelmiştir. Batı’nın İstanbul’un Fethi ile başladığı düşünülen “Şark Meselesi” , Türk ve İslam düşmanı politikaların çıkış noktası olarak görülmüştür. Ak Parti yola çıkarken “İslamcı” bir siyasi zeminden geliniyor olmasına rağmen Batı’nın hem Amerika hem AB ayağı ile geldiği yerden farklı bir ilişki geliştirmiştir. Batı’ya karşı rezervler kalkmış mıdır, yoksa iç meşruiyyet sıkıntısını dengeleme hamlesi mi söz konusudur, tartışılabilir, ama Ak Parti’nin ilişkileri Amerika ile de AB ile de mesela Refah’tan ve mesela fikriyat boyutunda islami çevrelerden farklıdır. Refah’ın olmasa bile, islami çevrelerin bu tavrı bir reel politik yansıması olarak okuduğu söylenebilir. O dönem bu reel politiğin mesela Numan Kurtulmuş Bey tarafından bile eleştirildiğini hatırlıyorum.