İş yerimin Cağaloğlu’nda olduğu günlerdi. Vapurla Üsküdar’dan Eminönü’ne geçiyordum. Yanıma birisi geldi.
- Ahmet Abi, dedi, ben sizi tanıyorum, biraz konuşabilir miyiz?
Konuştuk, konuştuk. O günlerde bir yerel seçim vardı. Bir partiye mensuptu.
- Nasıl, dedim, seçimlere giriyor musunuz?
- Giriyoruz, hem de bütün Türkiye’de, dedi.
- Başarı şansınız ne, dedim.
- Büyük bir başarı göstereceğiz, buna inanıyorum, dedi.
- Sen de aday mısın, dedim.
- Adayım, Beykoz’dan, dedi.
- Başaracak mısın, nasıl görünüyor, dedim.
- Kesinlikle abi, dedi.
Vaktiyle Mücadele Birliği bünyesinde bulunmuştuk. Sonra peyderpey ayrılışlarla Mücadele Birliği çok çok küçülmüş ama bir grup hala orada kalmıştı. “Liderimiz” diye sahiplenilen kişinin arkasında durmakta devam ediyorlardı. Önce Islahatçı Demokrasi Partisi’nde siyaset yapılmış, sonra Millet Partisi ele geçirilmiş, orada siyaset yapılmaktaydı.
Lider vardı, örgüt vardı, kadrolar hala “Zafer” beklentisi içindeydi ama Türkiye’deki siyasi karşılık nerede ise sıfırlanmıştı. Kadrolar 2. Dünya Savaşının bittiğinden habersiz Japon askerleri gibiydi. Belli ki Liderlik, hangi saikle olduğu kolay tahmin edilebilir şekilde, kadroların bağlılığını sürdürebilmek için onlara böyle bir “Zafer” beklentisi empoze etmekte, onlar da buna inanmaktaydılar.