7 Haziran öncesinde Ak Parti, iç - dış bir çok odak tarafından saldırı hedefi haline gelmiş bir siyasi kadronun tepkisel diline sahipti.
İçinden çıkardığı Cumhurbaşkanı hedefti, onunla bağlantılı, onun arkasında duran herkes hedefti. Bütün Ortadoğu’da Ak Parti’nin örnek olacağı düşünülen tüm siyasi hareketler hedefti, sonuç itibariyle onların en yaldızlı örneği olarak Ak Parti de baş hedefti.
Ortak cephe oluşturulmuş ve yoğun saldırılar gerçekleşmişti.
Bunun, hem yöneticiler planında hem taban planında Ak Parti’nin kimyasını etkilememesi mümkün değildi.
O kimyanın ürettiği duygu öfke ve keskinleşme idi.
Ben hep şunu söylerim:
-İslam coğrafyasına yönelik agresif baskı ve kuşatmalar, Müslümanın kimyasını öfke ile bilenme istikametinde etkilemiş, bu da Müslümanın özgün kişiliğinin öfke ağırlıklı olarak dönüşmesine yol açmıştır. Medeniyet kuran bir Müslüman karakteri ile vatanını kurtarma mücadelesi veren Müslüman karakteri aynı olmuyor. Hele müstevliler insanlık dışı her türlü uygulamayı reva görüyorlarsa...
Türkiye’deki hal neydi?
Ak Parti neyi temsil ediyorsa o iktidardaydı.
Ama bu iktidar, halktaki bütün karşılığına rağmen kendisini içerden ve dışardan kuşatma altında hissediyordu.
İktidar olmak ona güç veriyor, ama içerdeki bazı odakları da devreye sokan derin kuşatma, her şeyi göreceli hale getiriyordu.
Evet, bunun ürünü dilin sertleşmesi, kendi tabanını tahkim eden, ama bunun onun ötesindekilerde nasıl bir tesir icra edeceğini ihmal eden, hatta duygu buluşmasını ihmal eden bir dildi.