Bugün sizlerle 2 Kasım 2012 tarihinde, yani seçimden bir gün önce Yeni Şafak’ta çıkan yazımı paylaşacağım.)
Bugün sandık başına gidiyoruz. Oy vereceğiz. Oy, vatandaşın ülke yönetimine katılmasının en önemli vasıtalarından biri. Kendisini temsil yetkisi veriyor ülke insanı 4 yıllığına. Oy vermek, bir anlamda kendi yüreğini yansıtması demek ülke yönetimine...
O yüzden diri bir bilinç gerektiriyor öncelikle oy.
Bir sorumluluk duygusu gerektiriyor.
“Nasılsanız öyle yönetilirsiniz” tarzındaki tespit, bu açıdan çağların ötesinden bir doğruyu önümüze koyuyor.
Oy bilinci, kullanılırken diri olmak zorunda öncelikle. Seçtiğiniz insan ve kadro ne kadar sizi yansıtıyor sorusu üzerinde yoğunlaşmalı bilinç. Siyaset, bir ülkeyi bir hedefe taşımanın adı ise, oy verdiğiniz insan ve kadrolarla vizyon konusunda ne kadar bütünleşiyorsunuz, sorusunun bir cevabı olmalı içinizde. Farkında mısınız vekil tayin edeceğiniz kadroların hedeflerinin? Biliyor musunuz? Sizden emaneti aldıktan sonra da o hedefe yürüyeceğinden emin misiniz? Emanetlerini test ettiniz mi? Oy verdiğiniz kişi ve kadrolar da, sizden oylarınızı emanet olarak aldıklarının bilincindeler mi?
Oy vermek “seçmek” demek. Neyi seçtiğinizi biliyor musunuz? Ülkenin kaderi üzerine söz söylediğinizin bilincinde mi sandığa attığınız oy? “Kerhen-merhen” değil, yüreğiniz katılıyor mu seçiminize? Evet öncelikle atılırken hazır bulunmalı oy bilinci.
Sonra, daha sonra bilinç diri kalmalı.
Oy, sandığa atılıp sorumluluğu biten bir nesne değil. Peşine iradenizi taktığınız bir nesne. Türkiye’de, bunun farkında olmayan bir dünya odak var.
Öncelikle oy verdiğiniz insan, kopmamalı vekalet duygusundan, oyun emanet olduğu bilincinden. Kendisine verilen bilmem şu kadar oyun, aynı zamanda üzerine bir misyon, bir görev, bir sorumluluk yüklediğinden. Bunun hesabı bulunduğu bilincinden kopmamalı.