Rusya ile geldiğimiz ilişki boyutunun, ABD ve AB’nin ülkemize yönelik çarpık politikalarını dengeleme mahiyeti taşıdığı söylenebilir.
Oysa, kısa süre önce, Rusya’nın politikalarına da tepkili idik. Ukrayna’daki saldırganlık, Kırım’daki işgal ve ilhak, Kafkaslar’daki müdahalecilik, Suriye’de Esed ve İran milisleriyle el ele, terör gruplarını vuruyorum diyerek muhaliflere, Türkiye’nin özel ilgi duyduğu Türkmenlere ve sivil alanlara yönelik zaman zaman katliam niteliğindeki borbardımanlar... Bunlara, hemen bütün toplum olarak isyan ettik. Haklı mıydık, haklıydık.
O sıralar, Batı’nın Türkiye’yi yalnız bırakmasına tepki gösterdik. İstedik ki, Amerika, Avrupa Rus saldırganlığını durdursun. Olmadı, Amerika’nın Suriye’de muhaliflere destek vermek yerine, Türkiye’nin tepkilerini gözardı ederek PYD/YPG’yi desteklemesine bozulduk. Haklı mıydık, haklıydık.
Acaba ilerdeki zamanlarda, Türkiye’nin çıkarlarını tehdit eder konuma gelmesi halinde Rusya’yı dengeleme, dizginleme ihtiyacı duyar mıyız? Onu o zaman kiminle yaparız?
Tarihimizde bunlar da olmamış değil.
1853-56 yılları arasında yaşanan Kırım savaşında ya da Rus güçlerinin Doğu’da Erzurum’a, Batı’da Yeşilköy’e kadar geldiği 93 Harbi günlerinde ya da Stalin, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Kars, Ardahan, Artvin’e talip olduğunda, Boğaz’lar statüsünü tartışmaya açtığında... Batı’dan “Dengeleyici” güçler aradık.