"İstanbul’u düşündükçe hafakanlar basıyor” diyordu bir deprem bilimci. “İstanbullulara evlerinizde rahat uyuyun diyemiyorum” diyordu İstanbul’un şehremini.
Öyle sorun birikmişti ki, doluya koysan almıyor, boşa koysan dolmuyordu. Deprem ihtimali kapıyı çalıyordu. Ve deprem, yakasından tutup yerden yere vuracaktı İstanbul’u. Her yer riskliydi belki ama, çok çok daha “Riskli” alanlar belliydi. Avrupa yakasından Anadolu’ya tüm Marmara kıyıları ilk darbeyi yiyecek alanlardı, bu biliniyordu.
Biliniyordu ama çare neydi? Bu riskli alanlarda on binlerce bina vardı ve milyonlarca insan yaşıyordu. Kıyıdan içeriye doğru 10 kilometreyi deprem ihtimaline karşı yeniden inşa etmek gerekiyordu, Üst kısmın Karadeniz’e kıyı bölgeleri İstanbul’un “hayat havzası” idi. Oraya iskân ederseniz, İstanbul’un yarınki hayatı kararırdı. Arada bir bölge olmalıydı, kıyıdaki nüfus o bölgeye kaydırılabilir miydi? Nasıl, hangi planlama ve hangi bütçeyle… İBB’den bir yetkili “Buna İstanbul belediyesinin tüm bütçesini tahsis etseniz kafi gelmez” diyordu.
Bu terazi bu kadar sıkleti çekmezdi. Ama yıllar içinde insanları riskli...