1988 yılıydı. Hac yaza rastlamıştı. Eşim, birkaç yıl önce rahmet-i Rahmana uğurladığımız kız kardeşim ile Hacca gitmiştik. Şeytan taşlama yerinin ana-baba günü olduğu zamanlar… Girdik o kalabalığın içine şeytanı taşladık. Ama biz de sırılsıklam olduk. Sonra bir otobüse bindik, Mekke’ye gideceğiz.
Susuzluktan kavruluyoruz, kıvranıyoruz. Bindiğimiz otobüsün camlarının üstünde küçük bir bölüm açık. Dışardan, o açık yerlerden içeriye küçük poşetler içinde su atıyorlar. Her poşet geldiğinde içerde bir “Allahüekber” nidası yükseliyor. Hayatta içtiğim en tatlı suyun o su olduğunu söyleyebilirim.
Çocukken susuzluklarımız oldu bağ bahçe işlerinde çalışırken. Öyle yerlerde çalışırken bulduğunuz suyu içersiniz, deredir birikmiş sudur ayırt edemezsiniz.
Çocukken harman yerinde çalışanlara su taşıdığım çok olmuştur. Oralarda da bir damla su altın değerindedir.
İlk gençlik yıllarımda geceleri bahçe sulamışlığım da vardır. Gençlere ve onlara eğitim veren öğretmenlere, anne – babalara “Birim insana yatırım” anlamına “Damlama usulü” sulamayı anlatmışlığım da…
“Suyunuz az olursa, onunla bağ, bahçe, hatta orman...