Çözüm sürecinin, özellikle üç parti açısından bir seçim maliyeti olduğunda kuşku yok. Ak Parti, HDP ve MHP.
Ak Parti, çözüm sürecinde en belirleyici irade olarak ve Türkiye’nin hem coğrafya hem etnik aidiyetler itibariyle ülkenin her yanında karşılığı bulunan bir parti hüviyetiyle, bu konumunu korumak için dengeleri gözetmek zorunda. Ak Parti ülkenin her yanına hitap edebilme imkanını kaybettiği ölçüde, halktaki karşılığı da zaafa uğrayacak, çözüm sürecini devam ettirmekte de zorluklarla karşı karşıya kalacak.
HDP, Kürt kimliği üzerinden siyaset yapıyor, orada siyasi karşılık oluşturuyor ve halktaki siyasi karşılığının oluşumunda “silah hormonu” önemli etkiye sahip. Bu durum, onun da çözüm sürecinde durduğu yerin belirlenmesinde önemli rol oynuyor. Çözüm süreci aynı zamanda barış süreci demek, barış, kanın durması, dağda- ovada çocuklarını kaybeden Kürt annelerin çocuklarına canlı kavuşması demek. Barış, bölgenin bir ameliyat alanı olmaktan çıkması demek. Ve Ak Parti’nin devlete attığı yeni formatla, red, inkar, asimilasyon kıskacında kalan insanların özgürce kendi kimliğini ifade edebilmesi demek. Bölgeye yatırım demek, mağduriyetlerin sona ermesi demek. HDP, bir yandan çözüm sürecinin halktaki bu karşılığını görmek ve Ak Parti ile uzlaşma alanları oluşturmak, diğer yandan da, terör örgütü ile bağlantı sebebiyle, oradan gelen dayatmaları siyaseten taşımak durumunda.