Erdoğan’ın son Afrika seyahatinin ikinci durağı Çad’dı. Bu ülke Sudan’ın batısında yer almaktadır. Çad’ın aynı zamanda Sudan’la Darfur meselesinden dolayı bir anlaşmazlığı var. Son zamanlarda Darfur’daki olaylar büyük ölçüde durdu, ancak meselenin tamamen çözüldüğü söylenemez. Bu açıdan Sudan’la Çad arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi ve aralarındaki meselelerin çözülmesi açısından da bu iki ülkenin aynı program çerçevesinde ziyaret edilmesi anlamlıydı. Türkiye’nin bu iki ülkeyle birlikte ilişkilerini geliştirmesi umarız kendi aralarındaki ihtilafların kesin çözüme kavuşturulması açısından da faydalı olur.
Çad, nüfusunun yüzde altmışı Müslüman olan bir Orta Afrika ülkesidir. Sudan’ın yanı sıra Libya, Nijer, Nijerya, Kamerun ve Orta Afrika Cumhuriyeti’ne komşudur. Tarihte İslâm’ın Afrika’ya yayılmasında Çad önemli bir merkez olmuştur. Ancak on dokuzuncu yüzyılda bu bölgede Fransız sömürgeciliği etkili oldu. Fransızlar 1911’de gerçekleşen bir savaşta da Çad’ın tamamını ele geçirdiler. O yüzden ülkede Fransız kültürü gayet etkilidir ve halk arasında yerel dillerin konuşulmasına rağmen resmî dili Fransızcadır.
Çad’a 11 Ağustos 1960’ta görünüşte tam bağımsızlık verildi. Fakat başına geçen François Tombalbaye yine Fransa tarafından güdülen bir kişiydi.
İslam dünyası Çad’ı uzun süre ihmal etti. O yüzden bugün Türkiye’nin bu ülkeyle ilişkilerini geliştirmesi büyük önem taşımaktadır. Yapılan açıklamalara göre Erdoğan’ın ziyareti esnasında ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi ve Çad’da Türkiyeli işadamlarının yatırımlarının önünün açılması için yedi ayrı anlaşma imzalandı. Bu anlaşmalara bağlı olarak yapılacak yatırımlar Çad’ın gelişmesine önemli katkıda bulunacaktır.
Erdoğan’ın Çad’dan sonraki durağı olan Tunus yeniden yapılanma sürecindeki bir ülkedir. Bundan dolayı bu süreçte İslâm dünyasının yakın ilgisine ihtiyacı var. Arap Baharı sürecinde dikta rejimlerinin devrildiği ülkelerin Tunus dışında kalanlarının tamamında BAE ve Suudi Arabistan’ın yönlendirdiği çeteler fitne savaşları başlattılar. Sadece Tunus’ta bunu başaramadılar. Fakat Tunus’ta da İslâmî hareketin kurduğu hükümetin başarılı olmasını engellemek için ekonomik yaptırımlar uyguladılar. O yüzden son seçimlerde İslâmî camiayı temsil eden parti parlamentoda ilk sırayı alamadı. Ama İslâmî hareket tamamen sahadan çekilmiş değildir. Tunus’un yeniden yapılanması sürecinde Türkiye’nin bu ülkeyle ilişkilerini geliştirmesi ve dayanışma içine girmesi sadece Tunus açısından değil tüm Kuzeybatı Afrika ülkeleri açısından önem taşımaktadır.
Afrika’da şimdiye kadar Batı ülkeleri doğrudan sömürgecilik döneminden kalma avantajlarını kullanıyorlardı. Sömürgecilik döneminde bu kıtanın ekonomisi üzerinde hakimiyet kurmuşlardı. O yüzden kendilerinin dışında kimsenin Afrika’ya el atmasını ve bu kıtadaki ülkelerle ilişkilerini güçlendirmesini istemiyorlardı. Bu kıtada aynı zamanda halkların zihinlerinin işgal edilmesi için yıllardan beri yoğun bir şekilde misyonerlik faaliyetleri yürütülüyor. Ama şimdi Afrika ülkeleri ekonomik ve sosyal ilişkilerinin çerçevesini genişletmek, tamamen Batı’ya bağımlı olmaktan kurtulmak istiyor. O yüzden Türkiye’nin Afrika’yla ilişkilerini geliştirme yönünde yürüttüğü faaliyetlerin önü açıktır.
Küresel emperyalizmin ve Batı ülkelerinin Afrika’yla ilişkileri “dayatmacı politikayı” esas alır. Bunu doğrudan sömürgecilik döneminden devraldıkları bir politika olarak görüyorlar. Ama şimdi Afrika ülkeleriyle “dayanışma” temelli ilişkiler kurmak isteyenler var. Türkiye de Afrika ülkeleriyle ilişkilerini bu doğrultuda yani “dayanışma” temelli olarak şekillendirmeye çalışıyor. Afrika ülkelerinin de “dayanışma” politikasına göre ilişki kurmak isteyen ülkelere daha fazla ilgi göstermeleri muhtemeldir. Ama Batı şimdilik doğrudan sömürgecilik döneminde elde ettiği bazı avantajları kullanma imkânına sahip.