Geçen haftaki son yazımızda, Filistin halkının, siyonist terör örgütlerinin Filistin topraklarında bir işgal devletinin kuruluşunu ilan etmelerinin yani Filistinlilerin isimlendirmeleriyle Nekbe’nin yetmişinci yıldönümü münasebetiyle ve ABD’nin işgal rejimi nezdindeki büyükelçiliğini Kudüs’e taşımasını protesto amacıyla büyük bir gösteri eylemine hazırlandığını yazmıştık. Bu gösteri kesinlikle işgal güçleriyle çatışma amacı taşımıyordu. Tamamen sivil nitelikliydi ve gerek işgali gerekse onu meşrulaştırmaya çalışan ABD’nin tutumunu protesto amacı taşıyordu.
Dünyada bütün halkların kendilerini rahatsız eden gelişmeleri protesto etmek için bu tür sivil gösteriler, yürüyüşler ve eylemler düzenleme hakları olduğu gibi Filistin halkının da vardır. Hatta Filistin halkının buna daha fazla hakkı olması gerekir. Çünkü emperyalizmin ve onun yerli işbirlikçilerinin oyunlarıyla vatanları gasp edilmiştir. İnsanları yurtlarını terk etmeye, mülteci hayatına mahkûm olmaya zorlanmışlardır. Bir yandan da gayrimeşru işgalin meşrulaştırılması için yoğun faaliyetler yürütülmektedir. Hatta bu konuda BM’nin aldığı kararlar bile çiğnenmekte ve bu teşkilatın siyonist rejimin Kudüs üzerindeki hâkimiyetini işgal kabul eden bütün kararları hiçe sayılarak işgalcinin sultasının pekiştirilmesi amacıyla bu şehir onun başkenti olarak tanınmakta ve sefaretler buraya nakledilmektedir.
Filistin halkının Kudüs’e yönelik bu tecavüze baş sallaması, kabullenir gibi sessizliği seçmesi ve tamamen tepkisiz kalması beklenemezdi. Dolayısıyla meşru hakkını kullanarak ABD’nin kararını tanımadığını, Kudüs’ün Filistin toprağı olduğunu, buradaki işgalin meşrulaştırılamayacağını haykırmak istedi. Bunu da sadece meydanlara çıkarak sesini duyurmak için gösteri düzenlemek suretiyle gerçekleştirmeyi amaçlıyordu. İşgalci siyonistle çatışmak için silahları alıp çıkmış değildi. Yaptığı gösteri dediğimiz gibi tamamen sivil bir gösteriydi.
Fakat siyonist işgalci bütün İslâm âlemini hatta bütün insanlığı karşısına alarak Filistinli göstericilere saldırdı. Göstericilerin üzerine mermi ve bomba yağdırdı. Saldırılar yüzünden altmıştan fazla insan şehit olurken üç bine yakın insan da yaralandı. Şehit olanların arasında birçok çocuk ve bir kadın mevcuttu. Yaralıların çoğu da çocuklardan ve kadınlardan oluşuyordu.
Böyle bir vahşi katliamın baş sorumlusu, bütün BM kararlarını ayaklar altına alarak büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararı alan Donald Trump ve ABD’dir. Bu katliam, tüm insanî değerleri ayaklar altına alan iki büyük canavarın, Trump ve Netanyahu’nun ortak katliamıdır. Netanyahu’nun askerlerinin bu katliamı gerçekleştirme cesareti göstermeleri arkalarındaki ABD desteğinden kaynaklanmaktadır.
Ancak saray ulemasına Filistin direnişinin “haram” olduğuna dair fetva verdirecek kadar ileri giden ve siyonist katillerle ilişkileri normalleştirmek için yetmiş takla atan Suudi Arabistan’ın, onunla aynı safta duran diğer Arap diktatörlerin ve İslâm dünyasında Filistin davasına duyarsız kalan tüm liderlerin de payı var.