Birçokları Donald Trump’ın ABD’de başkanlık seçimlerini kazanamayacağı yönünde tahminde bulunmuştu. Bu yönde tahminde bulunmalarının en önemli sebebi ise onun kabadayı tutumuydu. Bu tutumunun kendisine seçimleri kaybettireceği sanılıyordu. Ama karşısındaki adayın zayıf ve etkisiz biri olması ona seçimleri kazandırdı.
Trump seçim propagandası sırasında, Kudüs’le ilgili yasayı uygulayacağı ve Kudüs’ü işgal rejiminin başkenti olarak tanıyacağı, ABD’nin İsrail büyükelçiliğinin de buraya taşınması için işlemleri başlatacağı vaadinde bulundu. Onun böyle bir vaatte bulunmasının amacı Amerika’daki kitlesel tabanın oyunu çekmekten ziyade yahudi lobisinin desteğini kazanmayı amaçlıyordu. Çünkü yahudi lobisi başta medya olmak üzere değişik alanlarda etkilidir. O yüzden Amerika’da şimdiye kadar başkanlığa aday olanların hepsi yahudi lobisinin desteğini kazanmaya önem verdiler. Trump zaten kendisi de uluslararası siyonizme destek veren biridir. Onun bu konudaki çizgisini ve tavrını yahudi damadı Kushner’in belirlediği tahmin ediliyor.
Yahudi lobisi son başkanlık seçimlerinde perdenin önünde nispeten Hillary Clinton’a destek verdi. Ancak perde arkasındaki desteği Trump’aydı. Bu desteğin de onun seçimleri kazanmasında rolü olmuştur.
Fakat Trump küresel çapta, sergilediği tüm kabadayılığa ve yaptığı çok açık tehditlere rağmen BM’de Kudüs’le ilgili siyasi savaşı kazanamadı. Gerçi bu savaşı kazanamaması onun siyonist işgal rejimine olan desteğini ortadan kaldırmayacaktır. Fakat en azından ABD büyükelçiliğinin taşınması işleminde acele edilmesini zorlaştıracaktır. O yüzden belki Trump’ın başkanlığı döneminde Tel Aviv’deki büyükelçiliği Kudüs’e nakletme idealini gerçekleştiremeyecek, sürekli erteleme ihtiyacı duyacak. Trump’ın başkanlık döneminden sonra da dünyadaki şartlar veya ABD’nin tutumu değişebilir. Bu konuda neler olacağını şimdiden tahmin etmek zor.
Trump yönetimi, BM Güvenlik Konseyi’nde 14 üyenin onaylamasına rağmen sadece ABD’nin oyuyla veto edilen kararının Genel Kurul’da kabul edilmesini engellemek için önce buradaki daimi temsilcisi vasıtasıyla diğer ülkelerin daimi temsilcilerini tehdit etti. Sonra da sunulan karar lehinde yani ABD aleyhinde oy kullanan ülkelere yardımları keseceği tehdidinde bulundu.
Bu konudaki açıklamaları ABD’nin yardımlarının şantaj yardımları olduğunu ortaya koyması açısından dikkat çekicidir. Gerçi ABD bazen geri alınacak borç olarak verdiği paraları da yardım olarak nitelendiriyor. Diğerlerinin tümü de nakit yardımı değildir. Bazıları silah ve askerî malzeme yardımıdır. Bunların en önemli kısmı İsrail ve Mısır’a gidiyor. Diğerlerinin paralarını o ülkelerin ABD’den alışveriş yapmalarını sağlamak suretiyle dolaylı bir şekilde çıkarıyor. Üstelik ABD’nin kendi bütçesiyle kıyaslandığı zaman verdiği yardımlar çok az bir orana tekabül etmektedir. Örneğin ABD’nin 2016 yılında toplam 92 ülkeye yaptığı yardımların miktarı 49 milyar dolardır. 2017 yılındaki federal bütçesi ise 4 trilyon 100 milyar dolardı. Bunun da 583 milyar dolarını askerî harcamalara ayırmıştı. Yani 92 ülkeye yaptığı yardımın toplamı kendisinin tüm bütçesinin yüzde 1.19’una, askeri harcamalarının yüde 7.4’üne tekabül etmektedir ki bunlar da insanî yardım değil siyasi nüfuz amacı taşıyan yardımlardır. Yani sonuçta yine ABD’nin baskı politikalarının bir aracıdır. Üstelik bu yardımlar da sömürü politikalarıyla yine o ülkelerden elde edilen paralardır.