ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden'ın ziyareti münasebetiyle kadim
tartışmamız yeniden alevlendi:
Türkiye’yi dünyaya şikâyet etmek...
Gelenektir; şikâyet eden, kendi yönetiminin kulağını, yabancı bir ülke yönetimine büktürmek istemekle suçlanır. Sonu ihanete dek gider bu suçlamanın.
En son, Başkan Yardımcısı Biden’la görüştürülen gazeteci ve STK temsilcilerinin başına geldi. Türkiye’yi jurnallemekle itham edildiler.
Oysa itham eden kesim, düne kadar bu tür ithamlara maruz kalan
kesimden başkası değildi.
* * *
Düne kadar başörtüsü yasağı mağdurları, içeride ve dışarıda kamuoyu
oluşturmaya çalışıyordu. Düne kadar askerin siyasete müdahalesinden
yakınanlar, demokratik dünyayı kendi vesayetçileri üstünde baskı
kurmaya çağırıyordu.
Batı medyasına Türkiye’deki antidemokratik uygulamaları ihbar eden onlardı.
Ben de onlardan biriydim. Türkiye’deki yasakçı kafanın insan hakları ihlallerini her fırsatta 7 cihana duyurmaya gayret ettim.
Demokrasi ve özgürlük taleplerini karşılaması için kendi ülkemin yönetimini baskı altına aldırmaya uğraştım.
Bu yolda kamuoyu oluşturma çabasını, ülkemi ispiyonlamak olarak görmedim. Sonuna kadar meşru bir haktı...
Karşılıklı bağımlılık dünyasında yaşadığımızı, Türkiye’nin kapalı bir rejim, bir demirperde ülkesi gibi davranamayacağını savundum durdum.
AB’den, ABD’den demokrasimize gelen eleştiri ve tepkilere kulak tıkanmasına itiraz ettim.
İnsan hakları ve demokrasi konularındaki uyarıların, Türkiye’nin içişlerine karışmak sayılamayacağına inandım.