Meşin yuvarlağa, devenin nala baktığı gibi yabancı gözlerle baktığım için futbol tarafına girmiyorum.
Yine de Netflix’teki Fatih Terim belgeselinde, tanıdık bir şey çarptı gözüme.
Tanıtımında da kullanılan bir sözdü. Terim diyordu ki; “Ben, çok kalabalık bir yalnızım.”
Hayır; gözden düşmüş eski yoldaşları hatıra fotoğraflarından silindikçe artan Stalin yalnızlığı değil bu.
Hoca’nın albümünden, Hakan Şükür ile Arif Erdem gibi firari sembol isimler ayıklanmış. Galatasaray’ın ve Terim’in, hatta milli futbolumuzun tarihi; takımın yıldızları olmadan yazılamaz, belgeseli çekilemez diye tepkiler vardı.
Ama Fatih Hoca, arşiv temizliğiyle yalnızlaştırılmaktan yakınmıyor. Terk edilmekten, fotoğraflarda bir başına yapayalnız bırakılmaktan da. Başka bir yalnızlıktan söz ediyor.
Şöhretin, zirveye çıkmanın bedeli olan yıldız yalnızlığı bu.
Ununu elemiş de eleğini henüz asmamışların yaşayabileceği türden, tepeden bakanların tek başınalığı.
Bu bakımdan nihavend bir yalnızlık onunki. “Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar, yeryüzünde sizin kadar yalnızım” diye “bir yalnızlık şarkısı” tutturuyor.
Cemil Meriç gibi düşünürlere musallat olan, tek kişilik hücresinde yalnızlık türküleri söyleten aydın yalnızlığından eser taşımaz.
Tabii ki iktidarın, Şangay Beşlisi arasındaki değerli yalnızlığıyla da alakası yok.
Hani “iki kişilik yalnızlık” dediklerine belki benzer az.
Sosyete yalnızlığı gibi bir şey. Asortik, havalı, sahnedeki artist yalnızlığı.
‘Sevenim, bayılanım çok; herkes bana hayran ama ben hayran olacak birini bulamadım gitti şu alemde’ moduna yakın, altın kafes ıssızlığı.
Epey grandiyöz, pek megalo bir yalnızlıktan söz ediyoruz.
Ölmüş de ağlayanı, nohut oda bakla sofa bir eve girecek de taksidi için borç alacak eşi dostu, konut bakanının tavsiyesine uyup fazla mesaiye yazılacak da bir işi dahi yoksa anlayamaz. Gariban yalnızlığı değildir.