Büyük umutlarla üç yıl önce kurulmuştu, merkez karargahı Riyad’dı, terörle mücadele edecekti, ümmetin askeri ittifakı olacaktı, Sünni dünyanın ortak düşmanlarıyla savaşacaktı, 40 kadar İslam ülkesi katılıyordu, Türkiye de başı çekenler arasındaydı vesair...
Kaşıkçı olayında şüpheleri dağıtamayan Suudi Arabistan, kendi başlattığı bu ittifakın ipini de çekmiş oldu.
Prens Selman’ın önayak olduğu ‘açılım ve değişim’ vaatleri, Kaşıkçı’nın konsoloslukta öldürüldüğü haberleriyle nasıl çökmeye yüz tuttuysa...
Bu ay “Çöldeki Davos” sloganıyla yapılacak dev lansmandan nasıl çekilen çekileneyse...
Sponsor medya kuruluşları, şöhretli gazete yöneticileri, milyar dolarlık devlerin CEO’ları nasıl boykot kararı alıyor, peş peşe protesto çekiyorlarsa...
İslam Ordusu da henüz tam hayata bile geçirilemeden aynen öyle dağılmış, bizzat öncüsünün, fikir babasının eliyle dağıtılmış sayılabilir artık.
Bir cinayetle inisiyatif katliamı yaptılar ama Suudi rejimi, hala neye karıştığını tam anlamış dahi görünmüyor.
Ne büyük aymazlık; ayağına sıkmıyorsun, düpedüz tarıyorsun, kurşun yağdırıyorsun fakat acı hissetmiyorsun.
Çünkü sıktığın yer, ayağın değil başın. Çünkü erken uyarıcını öldürüyorsun, ikaz sistemini katlediyorsun, sigortanı devre dışı bırakıyorsun...
İntihar eyleminden farksız.
Sırf resmi propagandandan bağımsız düşünüyor, katılmadığı şeyleri eleştiriyor ve eleştirebilme özgürlüğü istiyor diye rejim muhalifi ilan ettiğin gazeteciyle birlikte aklını da kaybediyorsun.
Cemal Kaşıkçı’yı nereye kaldırdıysan, hangi karanlık emellerine gömdüysen, sağduyunu da aynı çukura gömmüş oluyorsun.
Sırf özgür bir aklın eleştirilerinden rejimimi koruyayım diye gösterdiğin reflekse, o rejimi korumak için topladığın koskoca bir orduyu feda ediyorsun.
Krallığını ayakta tutmak için işlediğin cinayet, krallığını sarsıyor, belki de sonunu getirecek bir süreci tetikliyor.
Ve sen...
Konsolosluğunu insan boğazlanan bir mezbahaya çevirirken kendi idam sehpanı tekmelediğini idrakten bile uzaksın.
Hala Suudi düşmanlığını körükleyenlerin iftiralarından, Türkiye’yle aranı bozmak isteyen fitnecilerin kışkırtmalarından, Katar ve Müslüman Kardeşler’in ihanetinden, algı operasyonlarından, büyük oyunu görmekten, karalama kampanyalarından filan bahsediyorsun.
Asıl hıyanetin, sana tabi olmayanı hainlikle suçlamak olduğu, karşıdan anlaşılmıyormuş gibi...
Ümmetin kalbine sokulan asıl fitnenin, fitnecilik suçlamalarını kendi vahşetine örtü yapman olduğunu kimse göremiyormuş gibi...
İslam İttifakı’nın sırtındaki hançeri tutan elin, ‘dış güç’ filan değil senin elinin ta kendisi olduğu sezilmiyormuş gibi...
Ya da algı operasyonu çektiklerini, sana oyun oynadıklarını söylediğin Katar ve diğerlerine asıl senin operasyon çektiğin, asıl senin kirli oyunlar oynadığın, asıl senin karalama ve iftiralarla saldırdığın hiç belli olmuyormuş gibi...
Kuma gömdüğün kafan, açıkta kaldığını göremediği haydut gövdeni kapatacak tezviratlar üretmeye devam ediyor.
Ama bu trajik komediye arkadan istim yetiştirmek için artık çok geç...
Senin senden büyük düşmanın yok, kendi gaddarlığının kurbanısın, kendi sersemliğinin mağduru.
Aşağılamak ve gözdağı mesajı vermek için İstanbul’u seçtiğini düşünenler bile var. Stratejik bir zekaya sahip olduğunu varsayıyorlar.
Oysa sen sadece Londra’da ortadan kaldırmayı göze alamadığın için, Kaşıkçı’yı İstanbul konsolosluğuna yönlendirdin. İstanbul’u güç gösterisi için gözüne kestirmedin, Londra’ya güç yetirmeyi gözün yemediği için...
Fakat yanıldığını, yanına bırakılmadığında öğreneceksin.
Kötü örneği emsal almaya teşne zorba rejimler, senin eşkıyalığından kopya çekemeyecek, ibretlik olacaksın, bekle!