- Denizli’de koca vahşeti: Eşine ve yakınlarına kurşun yağdırdı, 3 ölü...
- Antalya’da damat dehşeti: Eşine ve ailesine ateş etti, 2 ölü 2 yaralı...
- Beşiktaş’ta evlat sapıklığı: Annesini sokak ortasında sopayla dövdü, oturdukları gecekonduyu ateşe verdi...
- Adana’da uyuşturucu cinayeti: 17’sindeki genç, babasını önce darp etti, sonra vurdu...
- Mersin’de şok: İki saldırgan, hesap yüzünden tartıştıkları künefeciyi rastgele taradı; 4’ü müşteri, 6 kişi yaralandı...
- Kastamonu’da silahlar konuştu: Eski ve yeni muhtarlar çatıştı, 2’si ölü...
- Avcılar’da trafik terörü: Kavgada seken serseri kurşunla komaya girmişti, 3 yaşındaki kızı babasız kaldı...
- İzmir’de hunharlık: Kıskançlık krizi bıçaklamayla bitti; nikâhsız yaşadığı kadının boğazını kesti...
Bunlar sadece benim gözüme çarpanlar.
BİRİ EKRAN VAİZLERİNİ UYANDIRSIN
İftar ve sahur yayınlarında, camilerdeki çocuk gürültüsüne karşı hassasiyetler bile hararetle tartışılıyor.
Peki hiç bu kâbusların konu edildiğini duydunuz mu?
“Camiler oyun bahçesi mi, çocuk yuvası mı” diyen duyarlılıkların, bu caniliklere karşı gösterildiğine hiç tanık oldunuz mu?
Yok mu ekran hocalarının önceliklerinde bir yanlışlık, yok mu vaaz şovlarının ilgi alanlarında bir çarpıklık, yok mu dindarlık dikkatimizde bir sorun?
Ramazan idrakine gelmiyorum bile; yok mu erkeklik, yok mu insanlık idrakimizde bir kriz?
Cemaatte bilinç, kavrayış, anlayış, erdem, yufka yürek uyandırması beklenen hocalar, ‘tatlı su’lara dalmış çıkmıyor.
Cana mal olan öldürücü saygısızlıklar, katil sevgisizlikler... Çekmiyor hocaların ilgisini, girmiyor radarlarına.
ÖFKESİNİ YENEMEYEN HOCALARIN NEFSİ
Kusura bakmasınlar ama noksanlığı ilk aramamız gereken yer hocaların nefsi.
Öfkesini, kibrini yenemeyen, nefsine yenilmiştir.
Sınavı kaybedenler mi cemaatlerine nefisle mücadele şuuru aşılayacak, sabrı öğretecek, öfkesine hâkim olmayı telkin edecek?
“Senin etkinliğin batsın. Bu yaptığın yarın affedersin camiyi kerhane haline getirmektir” demişti biri.
Diyanet’i, camiyi bozmakla, ifsat etmekle suçlamıştı. Hem de bun ‘İftara Doğru’ programında yapmıştı.
Türkiye gazetesinin İlahiyatçı yazarı Osman Ünlü tepki üzerine özür diledi, maksadı aştığını söyledi.
Ama maksadı aşmayı kabul etmek, başlı başına bir öfkeye yenilme itirafı değil mi?
Daha kendi bayramlık ağızlarına oruç tutturamayanlar, iyiliği yaymayı, kötülükten uzak durmayı, camiye saygıyı öğütlese ne yazar, öğütlemese ne!..
HANİ RAHMET AYIYDI
Camide çocuk cıvıltısına tahammül edemeyen dar kafaya en anlamlı cevap, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’den geldi.
Diyanet, çocukları, gençleri camiye çekmek için kitaplıklar kuruyor, oyun alanları oluşturuyor...
Ve sevgiyle, şefkatle başını okşayacağı yerde camide çocuk görmekten rahatsız oluyorsa birileri... Bunu da mabede saygıyı, caminin kutsiyetini filan savunmak adına yapıyorsa... Orada ibadetle, camiyle ilişkide vahim bir sorun vardır.
Bu ham softalığa hak ettiği karşılığı verdi Görmez Hoca.
“Çocuk sesinden rahatsızsan, git teravihi evinde kıl” dedi.
Çocuk sesi sende huşu bozuyor, huzurunu kaçırıyorsa... Nerede kaldı itme çek, zorlaştırma kolaylaştır, korkutma sevdir, soğutma kalpleri ısındır emri?
Rahmet ayında bile sevgi, hoşgörü ve merhamet eksikliği yaşıyorsak... Sorun, dil ve üslup sorunundan daha derindedir.
Kalpler, okunan bunca Kuran’la neden huzur ve sükûnet bulup yumuşamıyor?
Hani, güler yüz müminin sadakasıydı... Hani Müslüman elinden, dilinden ve belinden yani şerrinden emin olunan kimse...
AÇIK GÖRÜŞLÜ VE HOŞGÖRÜLÜ
İlkokul çağında Pierre Boulle’nin Maymunlar Gezegeni’yle bir camide tanıştım.
Necip Fazıl’ın tiyatro eserleri Reis Bey ve Tohum’u da ilk orada, tutucu bir şehirde, Kayseri’nin ücra Sümer Camii’nde okudum.
Görmez Hoca’nın ‘cami-çocuk ilişkisini yeniden tamir etme’ kararlılığını, belki de o yüzden çok takdir ediyorum.
İşte benim tabi olacağım hoca budur.